Sinemanın yolcusu: Wim Wenders
1945 doğumlu. Duesseldorf’ta dünyaya gelmiş bir savaşsonrası çocuğu. Amerikan kültürünün etkisi altında birilk gençlik. Tıp ve felsefe eğitimi, ardından ikisinden devazgeçerek ressam olmak için Paris’e yapılan bir yolculuk.Wim Wenders’in doğuşunu müjdeleyen her şey,sinemanın büyüsüne değen gözlerini bir daha beyazperdeden alamamasıyla ilgilidir aslında. Dayanılmaz birtutkuyla baktığı vizöründen görünenler de öyle.
Günde beş film izleyerek aldığı kişisel eğitimini, 1967'de geri döndüğü ülkesindeki meşhur Münih Sinema-Televizyon Akademisi’ne girerek tamamlayacaktır. 1967-1970 yılları arasında üniversite öğrenciliğine devam ederken, çektiği kısa filmleri ile yazdığı sinema kritikleri, pratik-teorik bütüncüllüğü içerisinde Wenders olmasını sağlamıştır.
Dergilere eleştiriler yazarak başladığı sinema kariyerine 60’ların sonundaki Yeni Alman Sineması akımıyla birlikte, bu akımın bir parçası olarak devam edecekti. Ünlü İngiliz rock grubu The Kinks’e ithaf ettiği ilk uzun metrajlı filmi Summer in the City ile adım attığı yönetmenlik macerası, yarım asırda 35 filmlik bir toplama ulaştığında, Cannes’dan aldığı Altın Palmiye ve Venedik Film Festivali'nde kazandığı Altın Aslan da dahil olmak üzere sinema adına alınacak bütün ödüllerin sahibidir artık. Seyircisiyle arasında kurduğu o kopmaz bağın aldığı en iyi ödül olduğunu bilerek devam eden 50 yıllık bir sinema macerası...
Wenders sineması, başka birçok bağlamda konuşulabilir ama onun adının geçtiği yerde ilk akla gelecek şey yol filmleridir. Dennis Hopper'ın Easy Rider filminden etkilenerek başladığı serbest çağrışıma açık bu özgür alanı çok sever Wim. Yol maceralarının en güzellerinden sayılan; Alis Kentlerde (1974), Yanlış Davranış (1975) ve Zamanın Akışında (1976) adlı filmlerinden oluşan Yol Filmleri Üçlemesi, Wenders’in kişisel tarihi içinde yaptığı yolculuklardan azade değildir. Şöyle diyor Wenders: “Çoğu film yapımında, genellikle filmin sonunu başından önce çekersiniz. Hiçbir şeyi değiştirecek fırsatınız olmaz. Bir yol filminde ise tamamen özgürsünüz. Yeri gelir sağa gitmek yerine sola gidebileceğiniz manevra alanı bulursunuz. Senaryoyu yazarken sahip olduğunuzdan daha iyi fikirler bulmanız için yol filmleri sizi hep cesaretlendirir."
Wenders, hikâyelerini anlatırken kendi gerçekliğini zayıflatmayacak bir kurgu içine oturttuğu belgesel diliyle de sinemasının gücünü kanıtlayan bir yönetmen olmayı sürdürmüştür. Kübalı müzisyenleri anlattığı Buena Vista Social Club, Blues müzisyenlerinin hikâyesine odaklandığı; The Soul of a Man, Pina Bausch için çektiği Pina, Kölnlü rock grubu BAP hakkında yaptığı; Ode to Cologne: A Rock 'N' Roll Film ve fotoğrafçı Sebastião Salgado hakkındaki anlatısı; Toprağın Tuzu, Wenders filmografisindeki belgesel-film türünün şahikaları arasında sayılmaktadır. Sinema sanatının anlamı üzerine düşündüğünü gösteren bu belgesellerin, yönetmenin çok ses getiren kurgusal filmleriyle yarışacak kalitede olmasının “ciddiyet’’ ve “gerçekliğe bakış’’ ile doğrudan ilgisi vardır.
Müziğe karşı yoğun alâkasının sinemasını belirleyen baş etkenlerden olduğunu söyleyebiliriz. Bu yüzden eğer rock müzik olmasaydı, ben bugün belki avukat olurdum, sözünü büyük bir ciddiyetle söylemiş olabilir Wenders. Çocuk yaşlarda ailesinden gizli olarak dinlediği rock müzik, ilerde çekeceği filmlerinde klasikten alternatife doğru yön değiştirerek yer almış, özgün müzik kullanımında ise besteci Jurgen Knieper’in kapısını çalmıştır. Şu sözler sinema-müzik ilişkisine dair yönetmenin ağzından: “Yeni filmler müziği çaresiz, değersiz, sakat ve uzaklarda bir şey gibi gösteriyor. Görülecek şeyleri, müzik yapanları, aletleri, sahneyi, çalışmayı, müzik yapmanın zevkini ya da harcanan çabayı, herhâlde gösterilmeye değer bulmuyorlar.”
Ernst Wilhelm Wenders. Yönetmen, oyun yazarı, fotoğraf sanatçısı, yapımcı, oyuncu, senarist ve ressam. Yarım asırdır film yapan sinemanın yolcu’su. Endüstrinin kurallarına ram olmadan kendi gerçekliğini sinemaya taşıyabilmiş ender yönetmenlerden biri. Yollarda aradığı hikâyeleri, müziğe adadığı hayatı, sinemanın rüzgârıyla dağılmış saçları ve geleceğe miras belgeselleriyle, şimdiden ölümsüzlük tacının parladığı alnında saf sinemanın izlerini görebileceğiniz bir sanatçı Wenders. Aslında hiçbir şey yapmamış ve yalnızca Berlin Üzerindeki Gökyüzü filmiyle, Toprağın Tuzu belgeselini çekmemiş olsaydı bile adını sinema tarihine yazdırırdı. Elbette çok daha fazlasını yaptı.