Seyahat sözlüğü: Muavin
Muavin… Bir yolculuğun iyi geçip geçmeyeceğini şoförden değil muavinden anlarız. Şoför beyine benzer, muavinse üsluba.
Muavinin kişiliği o kadar önemlidir ki; yol boyunca hüzünleri, kederleri, içilecek suları lezzetli kılan, muavinin güven veren tıraşlı yüzüdür. İyi bir muavine denk geldiysek dağıtılan bütün kekler evde yapılmış gibidir. Bir kere daha isteme yakınlığı duyarız, yoldaki büyük tesellemizdir o. Cama yaslanıp geride bıraktıklarımızın ahvallerini rahat rahat düşündürme imkânı verir bize iyi bir muavin.
Biraz 1970’lerin TRT radyosudur. Herkes kendi hâlinde yolundadır, ama en küçük bir ses için bir kulak her zaman ondadır. İyi bir muavinse hele, güvenilir, yardımsever, görev bilincinde…
Ondan sanki kötü hiçbir şey gelmez gibi hissederiz. Bir sevinci bekler kulaklar.
“Değerli yolcularımız, aracımız 20 dakika ihtiyaç molası verecektir.”
İyi bir muavin, içi rahat etmiş bir anne, biyolojisi teskin olmuş bir çocuk demektir. İnsanın fizyolojik bütün ihtiyaçlarını bilen muavin, yolculuğun değil, hâlden anlamanın bir konusudur artık. Küçük bir çocuğun çişinin gelmesiyle muavin adeta sermayeye başkaldıran bir devrimci gibi halkının yanındadır. Otobüsü bütün o şehirlerarası yolculuk takviminin zedelemesine rağmen durdurur, sermayeden büyük bir konu vardır: bir çocuğun haceti bir annenin rahatı…
Bütün gözlerimiz sende muavin, karşılık beklemeden dağıtıyorsun çayı ve kahveyi sanki, insani yardımlaşma derneği diyebilir miyiz sana, o yaşlı teyzeye fazladan bir kek daha verdiğinde? Merak etme her şey aramızda.
Bir cenazeyi yükleyip koyuyorsun bagaja, bazen yeni doğmuş bir bebeğin annesine rehberlik ediyorsun bu dünya kadar küçük koridorda. Hiç takılmıyor mu aklına 150 kilometre hızla giden bir otobüsün içinde, dökmeden sıcak suyu plastik bardağa doldururken otobüsün içini bir Mustafa Kutlu hikâyesine çeviren taze bir askerin “allı turnam” diye çalan telefon müziği?
Neden konuşmuyorsun herkesin bir gözü camda bir gözü senin ensende. Söylesene bu işi para için yapmadığını, sabit kalmanın senin için bir cehennem olduğunu anlatsana, durmak seni neden üzüyor? Anlat nasıl hem 8 yaşındasın hem 80 yaşında? Hem askere gidiyorsun hem terhis olmuşsun askerden. Hem ölmüşsün hem de yeni doğmuş gibisin bir başka şehre yaklaşırken. Anlat nasıl taşıyorsun ütüsüz gömleğinde bunca şehrin bir başka şehre yolladığı hikâyeleri? “Anlat içinde koşan atların hangi koşudan kaçtıklarını”