Şehr-i Firuze: Nişabur

Nişabur.
Nişabur.

Binâlûd Dağı'nın güneybatısında, denizden 1210 metre yükseklikte, Tahran’ı Meşhed’e bağlayan yolun üzerinde, firuze taşlarının güzelliğinde bir şehir yaşarmış. Nişabur’muş adı. Sasanî Kralı Şapur’a (I-II) nispetle, pehlevîce "nev-Şapur" (yeni ve güzel Şapur) namıyla geçmiş tarih kayıtlarına. Defalarca harap olmuş, şiddetli depremlere, iç isyanlara, kıtlığa, vebaya, Moğol saldırılarına direnmiş ve yakılıp kül edilse de insafla imar edilerek yine, yeniden diriltilmiş. Doğu’nun en büyülü şehirlerinden Nişabur, geçmişin gölgesinde yaşıyor. O gölgenin tarihsel varlığı bile heyecan verici.

Teblerze-zâd gevher-i galtân-ı gurbetim Mihr-i sadef sabâh-ı nişabur'dur bana" Şeyh Galib
Güzel Nişabur, coğrafyanın delilleriyle ve kelimenin tam anlamıyla her şeyin merkeziydi.
Güzel Nişabur, coğrafyanın delilleriyle ve kelimenin tam anlamıyla her şeyin merkeziydi.

Türk musikisinin bûselik perdesinde karar eden tek makamı olan Nişabur, elini gökyüzüne uzatıp yıldızları toplayabileceğin o güzel gecelerin şehriydi en çok. Denizden yüksekliğiyle baş döndürücü. Önceleri bu hususiyetiyle Ebreşehr (bulut şehri) adıyla anılmıştır ki, şöyle söylemiş Ebû Temmâm; "Ey benim Ebreşehr gecesinde uyanık seherim! / Başkasında uykuyu bana zemm ettin."

Bereketli toprakları, güzel iklimi, stratejik konumu ve temiz nehirleriyle, tarih boyunca güneş ülkesi Horasan’ın en nadide yerleşimlerinden olan, hep bayındır belde Nişabur’un kaderi, bu cazibeli güzelliği ele geçirip ona sahip olmak isteyenlerin zorlu hâkimiyet mücadeleleriyle çizilecekti. Tarihî İpek Yolu ile Baharat Yolu’nun kavşağındaki bu şehrin; isyanların, yağmaların, taht oyunlarının, siyasi gerilimlerin, hanedan çatışmalarının, güç savaşlarının daimi mekânı olmasının Asya’yı Anadolu’ya, Uzakdoğu’yu Batı’ya bağlayan çok düğümlü bir halatın ortasını işgal etmesiyle ilgisi vardı elbette. Emevîler, Abbâsîler, Tâhirîler, Saffârîler, Sâmânîler, Gazneliler, Selçuklular, Hârezmşâhlar, Gurlular, İlhanlılar, Serbedârîler, Timurlular, Safevîler, Özbekler ve Kaçarlar sırasıyla Nişabur’un tahtına oturdular.

Güzel Nişabur, coğrafyanın delilleriyle ve kelimenin tam anlamıyla her şeyin merkeziydi.

Nişabur'un nişanı

İbrahim Yınal, beraberindeki 300 atlısıyla Nîşâbûr önlerine gelip ahaliye o iki seçenekli teklifini sunduğunda, Sultan Tuğrul’un mühründen başkasını söylemiyordu aslında; savaş ya da barış. Selçukluya sulh cevabını vere Nişabur’u, kendi boynuna dayadığı bıçağının hatırıyla yağmalatmayan Tuğrul Beg, şehre, ardındaki bahadır ordusu, kolundaki gerilmiş yayı ve kemerindeki üç okuyla en kut’lu hâliyle girdiğinde, ilk iş olarak Mezalim Divânı’nın kurulmasını salık verecekti. Adalet Nişabur’un nişanıydı artık. Yırtıcı kuşların pençeleri, ancak adaletin hükmüyle keskinliğini koruyabilirdi çünkü. Selçuklu göğünün yıldızıydı Nişabur, batan devrinin de şahidi oldu. Türklerin Nişabur’a gelişini, Amin Maalouf, Semerkand romanında şu tasvirlerle anlatıyordu: "Nişabur kenti bir sabah uyandığında, şehirlerinin Türk savaşçılar tarafından kuşatıldığını gördüler. Nâmları dilden dile yayılmış Şahin ve Atmaca kardeşler, bu defa Nişabur üstünde uçuyordu. Bu iki yırtıcı komutan, Çağrı Bey ve Tuğrul Bey’di."

Selçuklu göğünün yıldızıydı Nişabur, batan devrinin de şahidi oldu.
Selçuklu göğünün yıldızıydı Nişabur, batan devrinin de şahidi oldu.

Alaaddin Ata Melik Cüveyni "Yeryüzünü gökyüzüyle karşılaştırıp, şehirleri yıldızların yerine koyarsak, Nişabur yıldızların arasında parlak Zühre yıldızının yerini tutar" derken Nişabur’u övmüyor, kıymetini tartıya çıkarıyordu yalnızca. Ama Nişabur yıldızı için sonun başlangıcı Moğollar idi. Nişabur surlarından atılan bir okun, Cengiz Han'ın damadı Togacar Küregen'e isabet ederek ölümüne sebep olması, "savaş sırasında eğer hanedan (Âl-i Cengiz) kanı dökülürse, kanı döken şehrin-ülkenin Mavu Balıg/Lanetli Şehir ilan edilerek bir daha yerleşim olmayacak şekilde yakılması"na dayanan acımasız Moğol harp töresini hayata geçirecekti. 20 bin dönüm üzerine kurulu 14 kapılı güzel Nişabur Moğol işgaliyle talan edilmeden önce şanlı mukimi Hacı Bektaş-ı Veli’nin Nevşehir’de nihayete erecek o kutlu hakikat yolculuğu başlamıştı. Ama cehennem ordusu geldiğinde Feridüddin-i Attar şehirdeydi. Moğol leşkerleri Attar’ı katledip, Nişabur’u, içinde zerre-i miskal hayat izi bırakmayacak şekilde yıkıp, harap ettiler. Nişabur’un üç bağrı, kuhendiz, rabad ve şehristan ayrı ayrı yakıldı.

Nişabur’un üç bağrı, kuhendiz, rabad ve şehristan ayrı ayrı yakıldı.
Nişabur’un üç bağrı, kuhendiz, rabad ve şehristan ayrı ayrı yakıldı.

Selçuklu’nun kurucu başkenti, Hünkâr Hacı Bektâş- ı Velî’nin evi, siyasetin-ticaretin payitahtı, İbn Battuta’nın küçük Dımaşk dediği, Sultan Tuğrul’un yağmalamaya kıyamadığı, Mevlânâ’nın çocuk hâliyle ilk durağı, İslâm’ın Nişabur Okulu, Cüveynî’nin, Gazzâlî’nin ilim yurdu, 13 kütüphanede 5000 cilt kitap. Nîsâbûr, Neyâbûr, Neyşâpûr, Bîşâbûr. Nizamiye Medreseleri burada kuruldu, İlk Türk hava şehidi Farablı İsmail Cevherî’nin, 1010 yılında leyleklerden ilhamla yaptığı tahta kanatlarıyla minare şerefesinden gökyüzüne doğru süzüldüğü yer Nişabur Ulu Camii idi. Gök mavisi Türk Taşı firuzenin ocağı, satrancın merkezi, Horasan Melâmîliği’nin doğum yeri, mutasavvıf Ferîdüddin Attâr ile şair filozof Ömer Hayyam’ın ebedi uykularının ev sahibi, Hoca Ahmet Yesevi’nin meşalesini taşıyan Lokman Perende’nin beşiği yıldızlı Nişabur.

Nişabur’un sisli sabahları, mor safranları ve gök mavisi firuzeleri selamlıyor şimdi geçmişin gölgesini. Temuçin’in karanlık gözleri çöktü ay gibi parlayan çehresine. Ey güzel şehir hatırlar mısın o yıldızlı gecelerini? En az bin yıllık bir şarkı çınlıyor kulaklarımda, Nişabur makamında.

En az bin yıllık bir şarkı çınlıyor kulaklarımda, Nişabur makamında.
En az bin yıllık bir şarkı çınlıyor kulaklarımda, Nişabur makamında.