Şaheser imparatorluğu: Rijksmuseum
Aklımda Hollanda gezisi hayaliyle kahvemi yudumlarken,bir yandan müzeler şehri Amsterdam’daki Rijksmuseum’uekranımın başında gezmeye karar veriyorum. Rijksmuseum,şehirdeki Museumplein’da bulunan Hollanda ulusal müzesi.Rembrandt’tan Van Gogh’a dünyanın önemli ressamlarınıneserlerine, tarihi koleksiyonlara ve ülkenin en büyüksanat tarihi kütüphanesi olan Cuypers’e sahip bu müzeyigezmeden önce, bana rehberlik etmesi ve gezi sırasındaeserler hakkında detaylı bilgi sahibi olmak için Rijksmuseumuygulamasını telefonuma indiriyorum.
Şu anda buradasınız: Rijksmuseum Sanal Turu
Müzenin içine girmeden önce Museumstraat’ta bulunan bahçesinde durup Rönesans etkileriyle birlikte gotik bir mimariye sahip bu muhteşem binayı uzun uzun inceliyorum ve biraz araştırma yapıyorum. Şehir yöneticilerinin koleksiyonlarının sergilenmesi amacıyla Lahey’de kurulan müze, 1808’de Louis Bonaparte’ın emriyle Amsterdam’a taşınmış.Bugünkü bina 1885’te inşa edilmiş ve yıllar geçtikçe biriken eşsiz eserler ile bizlere ulaşmış. Burası içinde onlarca galeriyi ve yüzyılları barındıran devasa bir müze, keşfetmek uzun ve heyecanlı olacak.
Giriş, B1 ve Birinci Kat: Yüzyıllar arasında yolculuk
Müzeden içeri giriş yapıyorum. Heykellerle dolu giriş katta bir sürü odalara ayrılmış özel koleksiyonlara sahip galeriler olduğunu keşfediyorum. Sitenin beni başlattığı yerin sol koridorundan giriyorum. 17. yy’a uzanan Avrupa’nın ve ABD’nin gemi modellerinin ve silahların yer aldığı sergiyi, bu kadar kıymetli eserin bir arada olmasına inanamadığım dekoratif sanatlar bölümünü ve oradan 1100-1600 yıllarındaki Orta Çağ Avrupa ve Hıristiyan sanatını kapsayan galeriye geçiyorum. Burası Avrupa tarihini bize ilk bakışta yansıtabilen eserlerle dolu. Alt kata inmek için B1 bölümüne tıklıyorum. Philips Kanadı denilen alanda yer alan Asya Sanatları Bölümü’nde ışınlanır gibi kendimi buluyorum. Bilgilendirme tabelasından Budist veya savaş imgeleriyle işlenmiş Çin, Japonya ve Kore eserlerinin yer aldığını okuyorum. Burada, tarihte Hollanda’nın ticaret yoluyla elde ettiği eserler sergileniyor. Koleksiyonda Japon shoji’lerinden, Vietnam tabaklarına, Kore el işçiliğinden Asya takılarına kadar değerli eserleri geziyorum. Birkaç bölümden oluşan galerinin neredeyse her köşesinde Buda heykelleri ve Asya tanrıları karşılıyor.
Birinci kata geçtiğimde ise 18. yüzyıl beni kucaklıyor. Her bölümün başında, eserlerin içinde geçtiği dönemi anlatan bilgilendirme yazıları var, tarihin dokusunu hissederek gezme imkânı veriyor. Ayrıca bu bölümde Van Gogh’un ritmik fırça darbeleriyle ünlenen otoportresi de bulunuyor. Ancak ben bu katta en çok dikkatimi çeken bölümü anlatmak istiyorum: Jean Baptiste Vanmour bölümü. 17. yüzyılda görevlendirme ile İstanbul’a gelen ve ölene kadar burada yaşayan Vanmour, Osmanlı İmparatorluğu’nun törenlerini ve Lale Devri’ni ustalıkla resmetmiş ve bu sayede dönemin tek tanığı olarak günümüze ulaşmış.
Odadaki her bir tabloda Osmanlı’yı yoğun kırmızı ve mavi tonlarıyla tasvir ettiği görülüyor. Sağdaki duvarda Osmanlı saray eşrafından 31 kişinin ufak portreleri yer alıyor. Dikkatimi III. Ahmed’in elçi kabulünü anlatan resmin yanındaki "Patrona Halil" resmi çekiyor. Lale Devri’nin sona ermesinin ve bir padişahı tahttan indirmenin resmi bu: Patrona Halil isyanının. Resimde, Patrona Halil elindeki kılıcı zaferle göğe uzatıyor; sırtında kırmızı kaftan, ayaklarında kırmızı pabuçlarla gözlerindeki gurur açıkça okunuyor. Patrona Halil’in hemen arkasında isyanda ölenlerin cesetleri taşınıyor; ressam burayı yumuşak yansıtmış, çünkü isyan bitti ve artık... Resmin solunda taş bir sütunda Vanmour’un şık imzasını görüyorum ve uygulamadaki bilgiden ressamın Calkoen koleksiyonundaki tek imzalı tablosu olduğunu öğreniyorum.
İkinci bölüm: Merhaba Stendhal Sendromu!
Nihayet büyük bir merakla olmak istediğim yerdeyim: 2. Kat! Beni ilk olarak sergi salonunun içine atsa da, camekânlı bölüme tıklayıp Great Hall’e ulaşıyorum. Burası; Hollandalı ünlü sanatçıların tasvirlerinin vitray camlara işlenmiş pencereleri, işlemeli mozaiklerle kaplı görkemli tavanı ve duvar resimleri ile insanı sarmalayan ihtişamlı bir salon. Bu görkemi bir süre seyrediyorum. Salonda bulunan küçük kapılardan binanın diğer galerine de gidilebiliyor ancak ben daha fazla dayanamayıp büyük camlı kapıya tıklayarak ustaların yer aldığı Onur Galerisi’ne geçiyorum. Geniş koridorun her iki tarafında da bölmelere ayrılmış şekilde tablolar sergileniyor. Ortasından ışık alan kubbeler şeklinde inşa edilmiş tavanın işlemeleri muhteşem, her bir bölümün üzerindeki tavana ulaşan duvarlar ressamların tasvirleriyle bezenmiş. Sol bölümden başlıyorum, burada 17. yüzyılın müthiş portrecisi Frans Halls’un resimlerini inceliyorum, her bir portrede durarak müzenin mobil uygulamasından kısa bilgiler ediniyorum. Sonra, tam karşısındaki bölmede Johannes Cornelisz Verspronck portrelerine uğruyorum. Sonunda işte onu gördüm: Johannes Vermeer’in "The Milkmaid" tablosu. Hollanda’nın Altın Çağı’nın gündelik hayatı işte karşımda. Bir hizmetçi, merkezde o dönemin kutsal renkleriyle süt döküyor. Süt çömleğe akıyor ve geri kalan her şey durmuş. Işık tek bir açıdan ustalıkla odanın içine süzmüş, masada ekmekler de bizim gibi sütün dökülmesini bekliyor. O dönemin şaşasını düşününce buradaki "sıradan"ın gösterisi oldukça önemli.
Hollanda sanatının zirvedeki sanat eserlerini durup durup seyrediyorum. Sonunda, koridorun başından beri bana göz kırpan "The Night Watch" karşımda. Işığın ressamı Rembrandt van Rijn’in "Gece Devriyesi" tablosu. Gerçekten görkemli. Şehrin yöneticileri, milis kuvvetlerinin resmini sipariş etmiş Rembrandt’a, o ise alışılanın aksine, düşsel bir resim yaratmaktansa onları farklı perspektiflere yerleştirdiği ve bazı milisler diğerleri kadar resimde gözükmediği için ressam ilk defa reddedilmiş ve kariyerinin çöküşü olmuş. Milisleri bilemiyorum ancak bizler için devrim niteliğinde bir eser. Ressam, farklı yöne bakan kişiler, havada çarpışan mızraklar ve ışık detaylarıyla resmi hareketli kılmış. İnsanlar birazdan tablodan çıkacakmış gibi duruyor. Koyu arka plan üzerinde gittikçe açılan tonlarla ışık geçişleri çok gerçekçi. Resmin benim için en ilginç detayı, resmin en çok ışık alan kişisi ve beyaz giyimli ufak kız.
Üstümdeki hayranlık bulutuyla diğer galerileri gezmeye devam ediyorum. Bu katta Hollanda ustalarına ayrılmış birçok bölme daha var. Müzenin en üst katını ise çağdaş sanat eserleri oluşturuyor. Ancak bu büyük müzedeki eserlerin hepsini tek bir sayıda anlatmak mümkün değil. Binlerce esere ev sahipliği yapan bu müzeyi sindirmek için belki birçok kez daha gezeceğim. Siz de gezdiğinizde anlayacaksınız ki sanal imkânlarla da olsa burada olmak insanı başka duygularla kuşatıyor.