Rüzgarın, güneşin ve suyun tek rakibi: Atın tarihi

 Atın tarihi.
Atın tarihi.

Eski Türkçe bir kelime olan at, hıza işaret eden “fırlatmak” fiilinden evrilmiştir. Türkçe “At” kelimesi ilk olarak Orhun Yazıtları’nda yer alırken, atın tarihi yaklaşık 10.000 yıl öncesine kadar uzanıyor ve Türklerde aygır, kısrak, yılkı gibi atı tanımlayan birçok kelime var. Zira atlar ilk kez Orta Asya bozkırlarında evcilleştirilmiş; yine burada et, süt, savaş ve seyahat amaçlı kullanılmış.

  • qūş qanatın er atın / kuş kanadıyla, er atıyla
  • Dîvânu Lugâti't-Türk, Kaşgarlı Mahmud

At; Türk, Moğol ve Altay halk kültürlerinde rüzgâr, su ve güneşten yaratıldığına inanılan kutlu bir hayvan. Eski Türklerde atın kuyruğu, kadının saçı ve erkeğin bıyığı kutsal kabul ediliyor, bunlara dokunmak da hakaret sayılıyordu. Türkler, tarih boyunca atın etinden faydalanmış, onu kurban olarak sunmuş ve savaş atlarını ihraç ederek geçimlerini sağlamış. Hatta Çin, M.Ö. 4. yüzyıldan itibaren Türk usulü okçu süvarileri kurarak atları Türklerden temin etmiş. Göktürkler dönemindeki Çinli kaynaklar da savaş atlarının ipekle değiş tokuş edildiğini ve 11 cins Türk atından bahsediliyor.

Avrupa’da ata dair en eski iz, Fransa’da M.Ö. 17000 yıllarına ait Lascaux mağarasındaki atın henüz yaban hayvanı olarak betimlendiği duvar resimleri. M.S. 350-800 arasında ise Avrupa ve Küçük Asya’ya akınlar başladığında Türkler, atlarını da beraberlerinde getirmiş, hatta Avrupa’da rastladıkları vahşi at ırklarını da evcilleştirmiş. Böylelikle Avrupalılar için de at, gündelik hayatın vazgeçilmezlerinden biri olmuş. M.S. 3. ve 4. yüzyıllarda eyer, üzengi ve gem takarak ata binen Hunlar, bu sayede Avrupa halklarına karşı üstünlük sağlayıp, krallıklar üzerinde baskı oluşturmuş. M.S. 4-6. yüzyıllara ait Batılı kaynaklar da “Henüz ayakta durabilecek bir Hun çocuğunun yanında eyerlenmiş bir at bulunur… Hunlar at üstünde yerler, içerler, alışveriş yaparlar, sohbet ederler ve uyurlar…” ifadeleriyle atın Orta Asya toplumları için ne kadar hayati olduğunu da teyit ediyor.

At medeniyeti

Güney Asya ve Mısır’da ise evcilleştirilmiş at, Milat’tan yaklaşık 2 bin yıl önce Ari kavimlerin yaptıkları büyük göçlerle yayılmış. Ön Asya’da kurulan İskit, Asur, Babil, Hitit gibi uygarlıklarda at, en değerli varlıklardan kabul edilmiş. M.Ö. 2025-612 arasında Mezopotamya’da hüküm süren Asurlular; komşuları Urartular, Frigler, Kimmerler, İskit ve Mısır krallıklarıyla yaptıkları ticaret ve savaşlarda at kullanmış. M.Ö. 8-7. yüzyıllarda İskitlerinden ata binmeyi öğrenen Yunanlılar, biniciliği geliştirerek bir sanat hâline getirmiş. Dolayısıyla Antik Yunan ve Roma’da at, yaşamın her alanında önemli rol oynamış. Bu dönemde spor oyunlarının ve ihtişamlı geçit törenlerinin en önemli unsuru at olmuş.

Eski Türklerde atın kuyruğu, kadının saçı ve erkeğin bıyığı kutsal kabul ediliyor, bunlara dokunmak da hakaret sayılıyordu.
Eski Türklerde atın kuyruğu, kadının saçı ve erkeğin bıyığı kutsal kabul ediliyor, bunlara dokunmak da hakaret sayılıyordu.

Yunan ve Roma mitolojilerinde atlar kanatlı (Pegasus), boynuzlu (Unicorn), at gövdeli insan (Kentaur) olarak tasvir edilir. Yunanlılar ve Romalıların ata verdikleri önem, yaptıkları heykeller, mozaikler ve fresklere de yansımıştır. Homeros’un İlyada ve Odysseia destanları efsanevi atlar ve binicilik anlatılarıyla doludur. Atı iyi kullanabilen topluluklar dünyaya egemen olmuş; Roma ve Osmanlı imparatorluklarının üç kıtaya yayılması at sayesinde gerçekleşmiştir. Özellikle Türklerin, savaşta atları renklerine göre dizerek "Kurt Kapanı" denilen hilal taktiğiyle düşmanı kolayca imha etmesi, üç kıtada hüküm sürmelerini sağlamıştır. Mesela Osmanlı ordusunun, Mohaç Meydan Muharebesi’nde (1526) hilal taktiğiyle Macar ordusunu iki saatlik bir sürede yok ederek at sayesinde bilinen en hızlı zaferlerden birine imzasını attığını biliyoruz.

Atı iyi kullanabilen topluluklar dünyaya egemen olmuş; Roma ve Osmanlı imparatorluklarının üç kıtaya yayılması at sayesinde gerçekleşmiştir.
Atı iyi kullanabilen topluluklar dünyaya egemen olmuş; Roma ve Osmanlı imparatorluklarının üç kıtaya yayılması at sayesinde gerçekleşmiştir.

Eyer ve üzengiyi Hunlardan öğrenen Avrupalılar ise Rönesans’la birlikte bu alanda da büyük bir atılım gerçekleştirir. VIII. Henry (1491–1547) döneminde İngiltere’de mevcut at ırkları, kullanılacak oldukları alana göre sürekli çeşitlendirilmeye çalışılır. Nitekim günümüzde safkan İngiliz atı olarak bilinen atların kökeni de Byerly Türk, Darley Arabian ve Godolphin Arabian atlarına dayanmaktadır. 17. ve 18. yüzyıllarda Avrupa’da savaşlar ve ulaşım ihtiyacı, at ırklarının ıslahını hızlandırır. Kıtalararası göçlerde, farklı at ırkları melezlenerek yeni cinsler oluşturulur, aynı zamanda at bakımı, binicilik donanımı ve diğer alanlarda ilerlemeler kaydedilir. İspanyol Binicilik Okulu ve “Haute Ecole” ile at terbiyesi tüm Avrupa’ya yayılır, uzun eğitim süreci at ve biniciyi ayrılmaz bir şekilde birleştirir. İngiltere, Fransa, İspanya ve Portekiz gibi birçok Avrupa ülkesi sömürgeleştirdikleri toprakları, at sayesinde kontrol altında tutabilir. Otuz Yıl Savaşları’nda (1618-1648) süvari birliklerinin stratejik önemi, Avrupa siyasi haritasını şekillendirerek Roma-Germen İmparatorluğu’nun çöküşü ve Westfalia Anlaşması’nın imzalanmasına yol açmıştır.

Cahiliye devrinde at, zenginlik göstergesiyken İslam’ın gelişiyle şanlı Arap atları İslam fetihlerinin en önemli unsurlarından biri haline gelmiştir.
Cahiliye devrinde at, zenginlik göstergesiyken İslam’ın gelişiyle şanlı Arap atları İslam fetihlerinin en önemli unsurlarından biri haline gelmiştir.

Cahiliye devrinde at, zenginlik göstergesiyken İslam’ın gelişiyle şanlı Arap atları İslam fetihlerinin en önemli unsurlarından biri haline gelmiştir. Kur’an-ı Kerim’de Müslümanların at yetiştirmeleri teşvik edilir. Enfal suresinin 60. ayetinde “Siz de onlara (düşmanlara) karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve -cihad için- bağlanıp beslenen atlar hazırlayın ki bununla Allah’ın düşmanını ve sizin düşmanınızı ve bunlardan başka sizin bilmeyip de Allah’ın bildiği diğerlerini korkutasınız.” denilerek Müslümanların İslam düşmanlarına yetiştirdikleri atlarla karşı koymaları emredilir. Hz. Peygamber (s.a.s.) de İslam’ın yayılıp yerleşmesinde atın önemini “Allah yolunda samimi niyetle cihad için bir at yetiştirene bir şehit sevabı verilir.” (İbnü’l-Kelbî, s. 10) sözleriyle belirtmiş ve kendisi de Sekeb, Mürtecir, Lezâr gibi isimler verdiği pek çok at yetiştirerek Müslümanlara örnek olmuştur.

Hz. Peygamber’den sonra da bilhassa Hz. Ömer devrinde İslam süvari birliklerinin geliştirilmesi hususunda çalışmalar yapılmıştır. Büyük merkezlerde bulunan kışlaların her birinde 4000 at kapasiteli ahırlar inşa edilmiştir. Bu dönemde sağrılarına, “Allah yoluna vakfedilmiştir” damgası basılan atların sayısının kaynaklarda 40.000 civarında olduğu naklediliyor.

Sanat tarihinde, mağara resimlerinden itibaren atlar, insanlardan sonra en çok betimlenen figürlerden biri.
Sanat tarihinde, mağara resimlerinden itibaren atlar, insanlardan sonra en çok betimlenen figürlerden biri.

Sanat tarihinde, mağara resimlerinden itibaren atlar, insanlardan sonra en çok betimlenen figürlerden biri. At figürleri, görsel sanatta en çok esere hareket ve ritim kazandırma işleviyle öne çıkıyor. Genellikle beyaz at, saflık ve temizlik sembolize ederken; siyah at, kötülüğün bir temsili olarak kompozisyonlarda yerini almış. Savaş temalı resimlerde at, güçlü duruşu ve vakur pozlarıyla komutanların askerî gücünü ve soyluluklarını simgelemektedir. Minyatür sanatında ise at; en küçük ayrıntılarla, hareketlerle, gözlemci ve doğal bir şekilde işlenmiş; başarı ve ilerlemeyi simgelemek için hareket hâlinde tasvir edilmiştir.

İnsanoğlu yeryüzünde söz söylemeye ve ata binmeye başladığı günden beri efsanelerde, şiirlerde, atasözlerinde, hikâye ve masallarda at ile kurulan bağ daima dile getirmiş. Eski Türk destanlarında kahramanlar, atlarının sahip oldukları renklerle anılırken; Dede Korkut’ta Bamsı Beyrek, boz aygırına “At demem sana kardaş derim,/Kardaşımdan yeğ!/Başım beraberi,/Başıma iş geldi yoldaş derim,/Yoldaşımdan yeğ!” şeklinde seslenmiş. Halk edebiyatında ise Dadaloğlu, “Yalancı dünyaya geldim geleli/Bir atı severim bir de güzeli” sözleriyle atlara olan sevgisini görebiliyoruz. Öyle ki halk edebiyatının hece ölçüsü, atın yürüyüşündeki ritmin söze yansımasıyla doğmuş. Divan edebiyatında ise at için yazılan kaside ve mersiyelere “Rahşiye” adı verilmiş. Rahşiyenin en güzel örneklerini kaleme alan Nefi, IV. Murat’ın atları için yazdığı “Rahşiye” kasidesinde “Ne sabâ sâika dirsem yaraşur süratde/ Ki seğirdirken ana sâyesi olmaz hem-pâ” (Sabâ rüzgârı da ne, o kadar hızlı ki yıldırım desem yaraşır/Öyle ki koşarken gölgesi bile ona ayak uyduramaz.) diyerek ata olan hayranlığını ifade etmiş. Nihayetinde at artık günlük hayatımızın bir parçası olmaktan uzak kalıp, nostaljik bir şekilde nadiren temas ettiğimiz bir canlı da olsa modern dönemlere kadar varlığı varlığımızın bir parçası olan “övülmüş bir hayvan” imiş.

Yorumunuzu yazın, tartışmaya katılın!

YORUMLAR
Sırala :

Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım