Pessoa'nın huzursuz şehri: Lizbon
Asaf Halet, Lizbonlu Maria Barbas’a ithaf ettiği "Mariyya" şiirinde Pessoa’yaseslenir gibi uçurur dizelerini okyanusa: "Lizboa / Ben bir şarkıyım / Atlasdenizlerinden geldim / Önümde dalgalar vardı / Ardımda dalgalar / Dalgalarbitince / Ben de biterim." İçinden nehir geçen yedi tepeli Lizbon. GözleriniAtlas Okyanusu’na dikse de ruhu hep Akdenizli. 1260’dan beri, aynı yerde,aynı ülkenin başkenti. Ve evet Akdeniz’e kıyısı olmayan tek Akdeniz şehri.
Bu şehirde bir adam; anavatanı Portekiz, kalbi kırık, ruhu huzursuz. Fernando António Nogueira Pessoa. Adı Lizbon’la birlikte, dahası bu şehrin kültürel kimliğini oluşturan Fado gibi diğer güçlü imgelerle birlikte anılan ikon bir yazar. Hikayesinin mühürlendiği anlamların sıhhati açısından şair olduğunu da söylemek gerekir. Şair olarak ikamet etmiştir çünkü bu şehirde. Şair olarak bakmıştır ağırlandığı tüm denizlere.
Lizbon doğumlu Pessoa, çocukluğunu Güney Afrika’da geçirmiş olsa da 17 yaşında geri döndüğü yuvasından bir daha hiç ayrılmamış, kalemiyle ruhuna huzursuzluktan bir zırh örmeye azmetmiştir, tam 30 yıl boyunca. Bu zırhı yalnızca kendisi için örmüş, bu dünyadan göçene kadar varlığına tutunmuştur. Ölümünden sonra bulunan yazı sandığını, aslında Pessoa’nın içe bakış yolculuğunun verimlerini biriktirdiği bir dert kuyusu olarak anlayabiliriz. Bu sandıktaki, tek tek kitaplaşan 30 bin sayfaya ulaşan yazıları, dünyaya Pessoa imgesiyle birlikte Lizbon şehrini de anlatmıştır. Gözlerini dünyaya kapatırken, yayınlanmış (Portekiz dilinde) tek kitabıyla "ünsüz" bir yazar olmanın kıyılarında dolaşmaktan yorgun düşmüşse de, bu yorgunluğa aşık bir adamın resmi saklıdır koynunda ve içinde dev bir huzursuzlar ordusu.
Pessoa, Tejo Nehri’nin ayırdığı Lizbon’un iki yakası arasında -Denize Övgü şarkıları söyleyerek- hüzünlü bir köprü olmayı deneyecektir.
Limandan kalkan gemilerin ardından dökülen gözyaşlarını anlar elbette. Anlar ve denizcileri uğurlayan ağıtların sonsuz kederine ortak olarak yaşar. Lizbon Pessoa’ya, turistler için gezi rehberi yazdıracak kadar yakın ve uzak bir imgedir. Şehir uzaktan görününce, şöyle başlar sözlerine: "Deniz tarafından gelen yolcular için, uzak bir noktadan bile, rüyada beliriveren ve güneşin altın sarısı ışıklarının şenlendirdiği parlak mavi gökyüzüne yaslanmış, sade ve zarif bir masal gibi görünür Lizbon. Kubbeler, anıtlar ve eski hisarlar sanki bu nefis makamın, bu kutlu bölgenin çok uzaklardaki habercileriymiş gibi evlerin oluşturduğu yığının arasından yukarılara doğru yükselen birer çıkıntı oluştururlar."
Portekiz’de, Portekizce bir Pessoa. Kimse anlamına gelen soyadıyla Lizbon sokaklarında tek başına dolaşsa da kendi içinde çok kalabalıktır aslında. Bay Hiç Kimse'dir O! Alberto Caeiro aynı zamanda, Alvaro de Campos bazen, Ricardo Reis hiç şüphesiz ve Bernardo Soares elbette. Ama çoğu zaman hiç kimse ya da geceler boyunca Fernando Pessoa.
30 Kasım 1935'te, 47 yaşındayken, Lizbon'da karaciğer hastalığından öldüğünde ardında yarım kalan karakterler, farklı dillerde duyduğu şiirler, binlerce sayfalık fragman ve Lizbon’a sığmayan derin bir huzursuzluk bırakmıştı.
Ömrünün son 15 yılını geçirdiği Coelho da Rocha Sokağı’ndaki evi, şimdilerde huzurlu, sakin bir müze. Biricik nişanlısı Orphelia’ya yazdığı mektuplara, sonsuza kadar muhasebeci kalmanın korkusuna ve tek bir bedende yaşattığı yazar ordusuna rastlayabilirsiniz bu müzede.
Pessoa’nın kalbinde doğurduğu ustası Alberto Caeiro’ya ait binlerce ayak izinin bulunduğu Lizbon sokaklarına gelirsek; şehrin simgesi haline gelmiş sarı tramvayın 25 numaralı hattında Bernardo Soares’e rastlamanın mümkün olduğuna hemen ikna olabilirsiniz mesela. İsmiyle dikkat çeken Arap etkisindeki Alfama (Al-Hamma / Hamam) bölgesinde ya da Chiado’daki A Brasila Cafe’nin ön masalarında dalgın dalgın oturan bir Pessoa’ya rastlamak da mümkün. Lizbon’un hiç bitmeyen yokuşlarında soluklanmak zor.
"Huzursuzluğun Kitabı"na gidelim o halde: "Tramvayların madenî gıcırtısı insan sesine ne çok benziyor! Ne kadar neşe veriyor uçurumlara düşüp de dirilmiş sokağa yağan şu basit sağanağın manzarası! Ey Lizbon’um, yuvam benim!"