Orhan Okay'ın Paris'i
Dünyaca ünlü edebiyat araştırmacısı Prof. Dr. Orhan Okay, ardında binlerce talebe, yüzlerce çalışma arkadaşı ve tatlı hatıralar bırakarak geçtiğimiz ay yaşama veda etti. Edebiyatın yanı sıra fotoğraf çekmeyi ve seyahati seven Okay, Yirmisekiz Çelebi Mehmet Efendi’den beri pek çok Türk’ün görüp anlattığı Paris’i, “Bir Başka Paris” kitabında yarım yüzyıl önceki fotoğraflarıyla anlatıyor. Buyrun o kitaptan bazı notlara hep birlikte göz atmaya…
Şehirler de tıpkı nehirler gibidir. Yerinde durmaz, akar, ilerler, değişir… Sadece zamanda değil mekânda da yol alır şehirler. Kadim şehirlerin hemen tamamı “eski” ve “yeni” şehir diye ayrılır malum. Bu mekân yolculuğudur işte. Zamandaki yolculuğu da bir akışı anlatır. Şehir, orada durmaz. Her an değişim halindedir. Tıpkı bugünkü Paris’le, edebiyat araştırmacısı Prof. Dr. Orhan Okay’ın Paris’i arasındaki fark gibi…
Bugünkü Paris’le yarım yüzyıl önceki Paris arasındaki fark…
Şair Yahya Kemal’in ekolünden gelen edebiyat araştırmacısı Okay, usta şairden tam bir asır sonra görmüş Paris’i. Yahya Kemal, şehri iki dünya savaşının da öncesinde görmüşken Okay’a iki dünya savaşının sonrasında görmek düşmüş. “Paris’in savaş öncesindeki o anlatılan mutlu çağını ben göremedim.” diyor Okay “Ama tam da bugünün yabancı düşmanlığı artmış ve her yanında askerlerin dolaştığı Paris’inden elbette iyiydi.” diye ekliyor.
Şehirde her şey değişse de elbette doğanın istikrarı devam ediyor. Yarım asır önce de tıpkı bugünkü gibi güneşin cimri davrandığı, kapalı havaların ve yağmurun bol olduğu bu şehir, bugünkünden farklı olarak canlı bulvarları, dar sokakları, estetik vitrinleri ve mağazalarıyla ve dini hayatı, müzeleri ve konser salonlarıyla, sokak ressamları ve çalgıcılarıyla ve zarif insanlarıyla bugünkünden çok daha fazla “anlatılacak” bir şehirdi şüphesiz.
VALERY İLE AYNI SOKAKTA
1963’ün Eylül ayında başlıyor Orhan Okay’ın Paris yolculuğu. Uçakla değil elbette. İstanbul’da Galata rıhtımından üçüncü sınıf bir gemiyle önce Atina’ya... İki yılını geçireceği Paris yolculuğunun ilk durağı her şeyi görmek ve anlamak isteyen Okay’ın Atina sokaklarını arşınlamasıyla başlar aslında.
Pire’den ayrıldıktan iki gün sonra Napoli’ye ulaşmış olur gemi. Yolculuk da elbette kaderdir. İtalya ile Sicilya arasındaki Messina Boğazı’ndan geçerken o sıralar aktif olan Stromboli Yanardağı’nın yaklaşık her dakika başı gecenin karanlığında bir top patlaması gibi göğe alev fırlatışına şahitlik etmiş.
Ne demiştik? Yolculukda kaderdir.
Ertesi gün geminin Napoli’de uzun süre kalmasından yararlanarak Napoli sokaklarını arşınlar. Yolculuğun ertesi günkü durağı ise Marsilya.Marsilya’dan Lyon’a ve oradan Paris’e… “Yolculuk kaderdir” demiştik. Bir edebiyat hocasının yolculuğu da kaderin cilvelerine denk düşecekti elbette. İlk gece St. Michel Bulvarı üzerinde kaldığı otel, tam on yıl önce hocası Ahmet Hamdi Tanpınar’ın da ikamet ettiği yerdir, üstelik Paul Valery de gençliğini bu sokakta geçirmiştir.
Ertesi günler ev arama çabaları ile geçer. Uzun çabalar sonrası, Bonne Nouvelle semtinde mutfağı üç aile tarafından ortak kullanılan bir daire bulur ve Paris macerası başlar.
- Eyfel kulesinin tam tepe noktasından Seine nehri ortasındaki Kuğular Adası’nın görünüşü.
YARIM ASIR ÖNCEKİ PARİS
Şehrin değil, insanın değişimine tanıklık etmeye çalışmış Orhan Okay. Şehirdeki yalnızlığını paylaşabileceği yegâne insanların ihtiyar Fransızlar olduğunu elbette sonradan öğrenecektir.
“Çünkü Paris’teki ihtiyar Fransızların hemen tamamı daima yalnızdır.” diyecektir.
Denk geldiğinde uzun sohbetlere daldığı, iki büyük savaş öncesi Paris’ini gören ihtiyar Parislilerin Eyfel Kulesi’ne hiç çıkmamış olmakla övündüklerinden bahsedişlerini de anlatıyor. Malum, Fransız İhtilali’nin yüzüncü yılında Paris’e gelen Ahmet Mithat Efendi, Eyfel’e “acibe-i ahenin” adını vermiş, yani “Demir Garabeti”.
Ahmet Mithat Efendi’den yetmiş beş yıl sonra aynı kuleye çıkan Okay, Eyfel’in hala tam da onun anlattığı gibi olduğunu özellikle belirtiyor. Kitapta, Okay’ın Paris’te yarım asır önce gördüğü, parklardan evlere, müzelerden, kafelere, tarihi yapılardan, günlük hayata dair fotoğrafladığı onlarca tarih kokulu sayfa bizi bekliyor. Galiba Paris’in en önemli yanı, hatta bugün de en övgüye değer yanı sanırım bu: Müzeler şehri Paris, gittikçe bir müze şehir haline geliyor. Okay da, eseriyle yarının bu müze şehrine çok önemli bir katkı sağlıyor.
- 1920’de Kuzey Afrika mimarisi stilinde yapılmış olan Paris Camii. 1960’lı yıllarda Paris’teki tek camii. O sıralar cemaati oldukça az. Bu camide ezan, 33 metre yüksekliğindeki minareden değil, iç avluda okunuyor.