Olan olmuştur olacak olan da
Fotoğrafların bir dili olsa da konuşsa...
Ne sandın? Kaplumbağa terbiyecisi mi? Sen de elinde değnek bir Osmanlı gördün mü hemen…
Hay Allah! Hayat veren Allah, rızık veren Allah, kurban olduğum Allah! Hayır efendim, ben kaplumbağaların terbiye edilmesiyle ilgilenmiyorum. Karıncalar, martılar, kedi ya da köpeklere de karışmam. Onların terbiye edeni var nasılsa.
Su terbiyecisi mi? Nerde o günler! İstedim ama olmadı, kısmet… Amma velakin yine de yaklaştım sayılır, sonuçta yine çeşme başındayım sular için olmasa da aşıklar için! He ya, bu benim en gizli mesleğim: Aşık Terbiyecisi!
Sizin zamanınızı bilmem; bizim zamanımızda çeşmeler, sadece evlere su vermeye yaramaz; hayat verir, muhabbet verir, hikayeler verir, en çok da sevda verir. Çeşmelerimiz mahcup aşıkların buluşma yeridir. Şu arkamda gördüğünüz duvar var ya, orada nice göz izi vardır. Kederli, hülyalı, ümitli, korkulu, coşkulu, tedirgin bakışlar, maşukun gözlerinden sekip Yeni Valide Camii’nin duvarlarına çarpar da iz bırakmaz mı hiç?
Yoksa siz duvarları taştan, topraktan yapılır mı sanırsınız; görmediklerimi bilmem gördüğümü de saklamam; Üsküdar’ın duvarları, aşıkların göz izleriyle örülmüştür.
Duvarlarındaki her çatlak bir ahtır!
Eh birkaçında benim de payım olduğunu söylemesem olmaz şimdi. Hay Allah! Hayat veren Allah, rızık veren Allah, kurban olduğum Allah!
Şu solumdaki Gülnuş Hatun’dur mesela. Maşrapasına çeşmeden su dolduran garip de Çarıksız Ahmet. Az sonra başını kaldırınca Gülnuş’un gözlerine takılacak gözleri, donup kalacak, elleri titreyecek, elindeki su dolu maşrapayı yere düşürecek; Gülnuş utancından peçeyle örtülü yüzünü çevirip koşarak uzaklaşsa da ertesi gün aynı saatte buraya gelecek.
Aşıklığın şanındandır, gönlün nereye düştüyse dönüp dolaşıp kendini orada bulursun.
Ertesi gün yine gelecek, sonraki gün, ondan sonraki gün ve ondan sonraki günlerde de. Gülnuş Hatun’la Çarıksız Ahmet’in gözleri birbirine bir kere daha değince mühür vurulmuş, sözler verilmiş olacak. Sonra? Sonrası, kader!
Ne diyorduk? Evet, Çarıksız Ahmet’in gözleri Gülnuş'ungözleriyle buluşursa büyük bir aşk doğacak. Üsküdar karışacak. Duvarımda yeni izler, yeni çatlaklar oluşacak. İzin verirsem… Ki vermeyeceğim.
Çarıksız Ahmet kafasını kaldırdığı gibi değneği yiyecek. Onlar daha ne olduğunu anlamadan Gülnuş Hatun’la aralarına gireceğim, naralar atarak Ahmet Efendi’nin kaşını gözünü patlatacağım. Gönül yarası kadar derin olmayacak elbet onun kadar acıtmayacak. Üç beş güne atlatacak. Gülnuş Hatun da böylece aşkından verem olmaktan, narin elleriyle tuttuğu mendilinde kan izleri görmekten kurtulacak.
Bugünden hatırladığı tek şey bir meczubun bir adama saldırdığı olacak. Kovasını doldurup evine götürecek. Hayatına devam edecek. Sadece ben bileceğim gerçeği.
Üsküdar aşıklarının bekçisi olan ben.
Umutsuz aşkları meydana gelmeden durduran ben. Peki kıymetim bilinecek mi? Hayır! Görevine sadık her derviş gibi bir gün su terbiyeciliğine terfi edene kadar kıymetim bilinmese de sadakatle işimi yapacağım.
Durun durun maşrapa doldu, hele şu değneğimi kaldırayım: Bizim mübarek Amiş Efendi’nin de hep söylediği gibi; “Olan olmuştur, olacak olan da.”