Nil'in ölmeyen sesi: Ümmü Gülsüm
1898 yılında Mısır’da doğdu. Dakhaliye eyaletine bağlı Tamay Zahayra köyünde. Yoksul bir hafız-imamın kızı olarak başladı hayatı. Ama böyle devam etmedi elbette, o güzel sesi izin vermedi buna. Babası tarafından keşfedilen olağanüstü sesinin kıymeti de bu anlamda ziyadesiyle bilindi. İlk öğretmeni babasıydı. 5 yaşındayken Kur'an-ı Kerîm okumayı,12 yaşındayken şarkılar, ilahiler, kasideler söylemeyi öğrendi. Bir yıldız doğuyordu ve bu yıldızı doğuracak şehrin Kahire’den başkası olmadığı belliydi.
1923 yılında kızının gırtlağındaki emsalsiz ateşi erkenden fark eden babası tarafından götürüldüğü Kahire’de dönemin en yetkin isimlerinden aldığı mûsiki, icra, şiir ve fasih Arapça dersleriyle hançeresindeki ateş terbiye edildi, parladı ve göğe yükseldi. Riyad el Sunbati’nin besteleriyle, şair Ahmed Rami’nin yazdığı şarkıların hatırı bütün sanat hayatını etkiledi.
Seçkinlerin, soyluların ve saray çevresinin teveccüh gösterdiği bir sesti. En üsttekiler onu hep çok sevdi. Mısırlı aristokratların evlerindeki gece toplantılarında şarkılar söyledi, Kral Faruk’un doğum gününde sahne aldı. Bütün bunlara rağmen sıradan bir köylü kızı olduğunu hiç unutmadı, doğallığını korudu, geçmişini silmeye çalışmadı. Geniş halk kitlelerinin büyük sevgisini kazanarak, adını yoksulların, yalnızların, kimsesizlerin ve gariplerin kalbine yazdırmayı başardı. Saray Bülbülü değil, Şark’ın Yıldızı’ydı. Öyle de kaldı. Kralın amcalarından biri olan Şerif Sabri Paşa 1946′da Ümmü Gülsüm’le evlenmek istese de kraliyet ailesi bu evliliğe şiddetle karşı çıkarak, Ümmü Gülsüm’e kraliyetten olmadığını hatırlatacaktı. Bunun bir önemi yoktu ama aşk şarkılarını daha bir yakıcı tonda söylemeye başladı bu olaydan sonra.
Ümmü Gülsüm demek, Fas’tan Bağdat’a kadar uzanan bir hatta ve elbette Türkiye’yi içine alacak şekilde her ayın ilk perşembesi demekti. Mısır Ulusal Radyosu’yla yaptığı anlaşmayla ayda bir gün de olsa saatler süren o canlı konser kayıtlarıyla buluştuğu sevenlerine şarkılarıyla müjdeler veriyordu.
Dağ köylerine kadar ulaştırdığı sesiyle adını efsaneleştiren Ümmü Gülsüm, konserlerine gelemeyen, filmlerini izleyemeyen ve plaklarını alamayan milyonlarca hayranı için her ayın ilk perşembe gecesi daima “sahne”deydi.
Tüm sokakların boşaldığı, işin-gücün bırakıldığı ve insanların bir radyonun etrafına toplanarak Şark’ın Yıldızı’nı beklediği bu meşhur perşembeler 30 yıl boyunca Arap sokaklarının yegâne umudu gibi çağıldadı.
Ümmü Gülsüm sesiyle kitleleri ayağa kaldıran, konserleriyle her zaman olay yaratan ve plakları yok satan bir şarkıcıydı. Arap sokakları, Ümmü Gülsüm’ün ruhuyla aynı şeyi temsil ediyordu. 1967 Arap-İsrail Savaşı’nda Mısır ordularının aldığı utanç verici yenilgiye ilaç olmak için çıktığı moral konserlerinden elde ettiği geliri ülkesine bağışladı, bu konserler sırasında diplomatik bir elçi gibi davranarak şöhretiyle elde ettiği o büyük prestiji ülkesi için kullanmayı tercih etti. Verdiği konserler arasında Libya-Bingazi konserinin önemi büyüktü, çünkü Muammer Kaddafî ve arkadaşlarının Kral İdris Senûsî’ye karşı darbe yapacakları gece Ümmü Gülsüm’ün konseri vardır şehirde. Kaddafi ve arkadaşları bu gece Ümmü Gülsüm’e rağmen darbe yapmanın bir çılgınlık olacağını düşünerek, darbeyi erteleyip yıldızlar altındaki o müthiş konsere gitmeyi tercih ederler.
Mısır’ın Nil Deltası'ndaki köylerinde başlayıp, Paris’in Olympia Konser Salonu'na kadar yankılanan eşsiz bir yorum. İslam-Arap şiirinin musikisi. Umudun şarkısı. Okuduğu bir bestenin ne zaman biteceğini kendisi de dahil kimse bilemezdi. Notaların içinde kaybolarak bir vecd halinde söylemeyi sürdürürdü şarkılarını. El Masrah'ın sözleriyle: “Sesinin melodikliği, ifadesindeki arılık ve berraklık, okuyuşundaki mükemmellik yanında söylediği şarkı yanında duyduğu derin hisler; çünkü en güzel icra şarkıcıyı da duygulandırandır. Ama özellikle tarzlarının güzelliği ve betimlemelerinin muazzamlığı açısından eski ve modern şiir seçimi konusunda kusursuz. Ümmü Gülsüm içinden şarkı fışkıran güçlü bir yapıya sahip...”
Elinde her zaman elbisesiyle uyumlu bir mendil ve sahnede sanki birazdan bir ayine başlayacakmış gibi duran o dev kadın. Sesiyle bir toplanma alanı, ortak ada, uzun bir kültürel diplomasi ve kederin vecd hâli. Ümmü Gülsüm üzerine uzun yıllar çalışan Murat Özyıldırım şöyle açıklıyor büyüyü: “O, çölde Rabbi saygıyla anan dervişlerin hüzünlü sesidir. Ümmü Gülsüm'ü dinlemek için sadece kulağınız olması yeterli değil. O, gönüllere hitap eden bir sestir. Onu aşkla dinleyen, sahradaki derin aşkı bulmayı umar.”
- 4 Şubat 1975'te hüzünlü kandil, ışığını susturdu. Mısır radyosundan aralıksız okunan Kur'an-ı Kerîm ve uzun bir yas, her biri ayrı bir başyapıt sayılacak 300 şarkı. En sevdiği camiden, yani Seyid Hüseyn’de başlayan cenaze merasimi, resmî devlet töreniyle askerî kıta ve milyonlarla ifade edilen devasa bir kalabalık. Evet, Doğu’nun Yıldızı kendi göğüne uğurlanıyordu. Sancağın Annesi, Arap Müziğinin Primadonna’sı, Mısır’ın 4. Piramidi, Nil’in Ölmeyen Sesi, Hüzünlerin Anası, Aşk Şarkılarının Kraliçesi, Delta Bülbülü ya da sadece Ümmü Gülsüm…