Neruda'nın güzel sığınağı: Valparaiso
Bir yanı okyanus, bir yanı aşılmaz sarp dağlarla çevrili "arada kalmış" bir ülke. Arada, sıkışmış ve yalnız. Sonsuzmavilikler ve geçit vermez uzaklıklar arasında gezginlerinve şairlerin vatanı olarak yaşamış hep. Namı diğer, kendiiçine doğru kapanmış uzak kara parçası. Şili. PabloNeruda’nın şiirleriyle adımladığı Pasifik’in bu kıyılar kraliçesi,kanlı darbeleri, şiir gibi futbol oynayan milli takımı ve tüminsanlığa seslenen edebiyatıyla, uzakta ama yakın olmanınçiçeğidir dünyanın yakasında. Dalgaların hiddeti, dağlarınheybeti ve şairinin namıyla.
- benim okyanussu sevgilim, Valparaiso,
- bütün dünya kıyılarının kraliçesi,
- dalgaların ve teknelerin gerçek amacı,
- sen ey içimde ay ya da korunun içindeki
- rüzgârın yönü gibi.
- seviyorum senin suçlu sokaklarını
- dağların üzerindeki ay'dan hançerini
- ve bulvarlarındaki izinli denizcilerin
- ilkbaharın mavisini giymelerini.
- (Pablo Neruda)
Şili çok tanıdık bir tasvirle yani iki şehir imgesiyle yaşayan ülkelerden biri. İki farklı anlam, iki farklı dünya. Bu şehirler Şili için Santiago ve Valparaiso olarak anlaşılır. Başkent Santiago ve liman şehri Valparaiso. Şöyle anlatıyor bu iki şehrin farkını Neruda:
"Valparaiso, Santiago yakınlarındadır. Tepelerinde, koskoca sütunları andıran, düşmanca yükselen ve güzel çiçekler açan kaktüslerin yetiştiği sivri dağlar, bu iki kenti birbirinden ayırır. Ne olduğunu hiçbir zaman söyleyemeyeceğim bir başka şey daha ayırır Valparaiso’yu Santiago’dan. Santiago, yakalanmış bir kenttir; kardan oluşan bir duvarla çevrilidir. Valparaiso ise kapılarını açar, açık denizlere, sokaklarındaki bağırıp çağırmalara, çocukların gözlerine. Gençliğimizin en ateşli zamanlarında daima sabaha karşı uykusuz, cebimizde birkaç kuruş, üçüncü mevki trenle Valparaiso’ya gitmeye karar verdiğimiz çok olmuştu. Şairdik, ressamdık, yirmi yaşında ya da daha gençtik, yanımıza aldığımız en değerli şey düşüncesiz bir çılgınlıktan başka bir şey değildi: Valparaiso’nun yıldızı çekiyordu, çağırıyordu bizi."
Santiago doğumlu Neruda için Valparaiso, sığınak, macera ve ilham gibi anlamlara sahip bir şehir hüviyeti taşır, ait olduğunu düşündüğü mekân bu kimliğiyle yerini bulur şairin ruhunda. Santiago'nun yorgunluğunu hissettiği zamanlarda, sessizce yaşamak ve yazmak için kaçtığı bir iç adadır burası. Küçük bir ev hayali kurar aslında, manzaralı ve sakin. Şiirleriyle kaybolacağı, kendinin bile yamacında, dünyanın öteki ucunda…
Valparaiso tepeler üzerine kurulmuş küçük bir liman şehridir.
Neruda derin bir şarap mahzeninin köşesine atılmış, kimin getirdiği bilinmeyen ve artık kimsenin almadığı sandıklar gibi anlamsız ve zamansız terk edilmiş dünyalara benzetiyor burada yaşayan insanları. Ama bu küçük dünyalar, aynı zamanda sırlı bir yüceliğin işareti gibiydi şaire göre: "Belki bu gizli yerlerde, Valparaiso’nun bu ruhlarında bir dalganın her zaman için kaybolmuş yüceliği saklıydı. Her an homurdanan ve parlayan, denizlerin fırtınası, tuzu gibi. Bir deniz ki, tehdit edici ve içine kapanık. Anlaşılmayan bir ses ve hayallerin köpüğü olmuş bir hareket."
Cennet Vadisinde
"Valpariaso’nun her yöresini gezebilmek için sekiz ayaklı deniz ejderhası olmak gerekir" diyor Neruda. Yamaçlarında küçük bir atlıkarınca, merdivenlerden inen bir rahip, elindeki karpuz dilimini dişleyen kız çocuğu, çadırında sadece aslan terbiyecisinin uzun bıyığına yer olan minyatür bir sirk, bulutlara dayanmış merdivenler, yukarı doğru çıkan soğan yüklü asansör, su taşıyan yedi eşek, yangından dönen itfaiye arabası, rafları yaşam ve ölüm dolu cam dolabı, küçük değirmen, badem ağacı, hapishane, Dona Elvira, Aziz Stefan, Astorga, Esmeralda, Rodriguez, topçular, süt veren inekler, gebe kadınlar, mezarlıklar, İngiliz hastanesi, Kraliçe Victoria, Aziz Johannes, Pocuro, barınak limanı, keçi eti kasabı, Don Elias, nöbet kulesi, asmalar, ayva ağaçları, Florida ve yaşlı saat tamircisi Don Asterio…
Valparaiso’da bu adlar arasında yapılan bir yolculuk sonsuzdur şaire göre. Çünkü Valparaiso’da yapılan yolculuk yeryüzünde sona ermez, sözlerde de.
Valparaiso, tam Türkçesiyle cennet vadisi. 1973 darbesinin başlatıldığı yer burası. Pinochet ve Allende, ikisi de bu şehirde doğmuş. İçinde Şili’nin kanlı tarihi uyuyor bir yanıyla ve Pasifik’in olanca öfkesiyle dövdüğü kıyılarından şehre doğru akan uzunca bir hayat damarlarında. İki okyanusu birbirine kavuşturan Panama Kanalı’nın, gemilerin Güney Amerika kıtasının en güney ucu Horn Burnu’ndan dolaşarak Valparaiso’yu görme ihtimâllerini ortadan kaldırmasıyla, bu şenlikli liman şehrinin havası fena hâlde bulutlanmış. Bir mutsuzluk biçimi olarak kayıtlara geçen bu olay, denizcilerin uğrak şehri Valparaiso’yu gitgide yalnızlaştırarak Pasifik’in sonsuz maviliklerine doğru itmiş. Yine de hayatta ve kendi ücrasında şehir. Yine de; tepeleri, Arnavut kaldırımlı yolları, bitmeyen yokuşları, gecekonduları, feniküler asansörleri, grafitiyle boyanmış duvarları, dar sokakları, renkli ahşap evleri ve merdivenleriyle Neruda’nın kalbini fetheden o meşhur okyanus kraliçesi olarak yaşıyor.
Pablo Neruda "suskun ve yaralı" olarak adlandırır Valparaiso’yu ve devam eder:"Andların doğası ile deniz arasında kalan liman, insanların umut yeridir. Doğa ile insanın mücadelesinde insan kazanır. Her şey yeniden hayat bulur, evler renklenir. İlkbaharda doğayı dolduran renk renk çiçekler gibi. Kırmızı ve sarı, yeşil ve erguvan. Valparaiso gerçek bir liman gibi görevini yerine getirir. Denizlerin rüzgârında bayrağı dalgalanmış... şimdiyse karaya vurmuş, ama hâlâ yaşam dolu bir gemi gibi. Büyük Okyanus’un rüzgârı, bayrağı dalgalanan bir kent kazanmıştır. Ben bu kokuların dolup taştığı yaralı tepelerde yaşadım; hayatın atardamarlarının uzayıp gittiği, bir trompetin kıvrımları gibi sonsuz tepelerdi buralar."
O hâlde Sting, Neruda adına, tüm cephe hattında kalanlar için söylesin şimdi şarkısını: Valparaiso!