Mustafa Çiftci: İstanbul çeşmesinin kaynağı: Anadolu'dur
Taşra hayatına ve Anadolu’ya ilişkin öyküleri ile tanıdığımız, Bozkırda Altmışaltı, Ağlaya Ağlaya Öldük Anam Bacım ve Ah Mercimeğim gibi eserleri ile büyük beğeni toplayan yazar Mustafa Çiftci ile Anadolu, gündelik hayat ve değişen toplum üzerine keyifli bir söyleşi yaptık.
Hocam Türkiye’nin sosyolojik değişimleri konuşulurken hep İstanbul merkezli düşünülüyor. Anadolu, Türkiye’deki değişimin neresinde?
İstanbul’u Türkiye’den ayrı düşünmek olmaz. Bayram zamanları otogara bakarsanız akın akın Anadolu’ya gidiş gelişler olduğunu görürsünüz. İstanbul çeşmesinin kaynağı buradır, Anadolu’dur.
Akademisyenler burayla ilgili çalışmaya, bir anlamda saha çalışması yapmaya, çizmeleri giyip yola düşmeye üşeniyorlar mı acaba bilemedim. Ama Türkiye ile ilgili yapılan çalışmada alınan örnekler hep merkezden bunda haklısınız. Aslında Anadolu’dan alınacak örnekler vücudun tamamıyla ilgili bilgi veren kan tahlilleri gibi olur ama bakalım Anadolu’ya gönül düşürecek zamanları da gelir herhalde uzmanların...
Son 20-30 yıldır, şehrin bozulmuşluğuna karşı taşra bir tür manevi depo görevi gören, -en azından öyle düşünülen- bir yerdi. Anadolu hâlâ hikmetin merkezi mi?
Hayatın içinde bir sakin durak arayan, yolunu her zaman merkezin dışına düşürür. Bu son zamanlara has değil. Bir de Cumhuriyet her zaman mana arayışında olmuştur. Kurulurken yıkılanların yerine yenisi ihdas edilemeyince insanların kişisel çabalarıyla bir mana bulması gerekiyor o arayışta yolları muhakkak Anadolu’ya düşüyor. Bu tabii bir şey...
Son dönemde sizin de katkılarınız hem edebi eser olarak hem de televizyon dizileri aracılığıyla Anadolu’yu yeniden öğrenmeye başladık. Türk milleti geldiği yeri tanıyor mu?
İnsan geldiği yeri unutmaz. Rüyasında bile görür. Düşünün çocukluk hiç unutulur mu? Şimdiki neslin ana babası merkezde olsa da bu tarafa dönük olarak yaşamış. Anne babaların hatıraları, fotoğraflar, masallar çocuklara sirayet eder. Belki hikâyeler ve dizi bu hatırlayışa hizmet ediyor. Bu sevindirici bir durum.
Eskiden Denizlili gelin, Muşlu gelin diye tasnifler vardı. İller kendilerine dair karakter farklılıkları taşırdı. İllerin karakteristik özelliklerinin azaldığını düşünüyor musunuz? Anadolu’da da yerel bir tek tipleşme var mı?
Özellikle alışveriş kültüründe bir tek tipleşme var. Ama insan dünyanın öbür ucunda da olsa kendi dilinde rüya görür, kendi dilinde dua eder bunlar kişisel kodlar gibidir. Silinmez. Anadolu’daki tek tipleşme beni endişelendirmiyor. Maya sağlamdır ve bozulmaz. Alışveriş merkezi yokken çarşılar, arastalar vardı. Orayı da gezer ve acıkınca dışarda mesela köfte ekmek yerdi. Şimdi de AVM’leri gezip acıkınca hamburger yiyorlar. Bence bu toprakların bazen altından bazen üstünden akan bir hikmet suyu var. O su hiç kesilmez. Bazen yer altına çekilince insanlar telaşlanır acaba ruhumuzu kayıp mı ediyoruz derler. Ama ruh kaybolmaz çünkü o su hâlâ akıyor ve kıyamete kadar akacak.
Zor zamanlarda son dakika golcüsü gibi oyuna girip kendini dünyaya gösteren Anadolu, hâlâ bu sürpriz ihtimalini taşıyor mu sizce?
Sürpriz umutsuz hâllerde yaşanan gelişmedir. Ama benim umudum azalmıyor. Belki fıtrat olarak böyle bakıyorum. Ama “Anadolu sürpriz yapmaz kendine yakışanı yapar.” demek bence daha yerinde olur. Düşünün biz Afrikalı garibanların göz ameliyatını yaptırıyoruz yıllardır. Bu sürpriz değildir. Bu Allah’ın istediğidir.
Birçok Doğu kültürü çok kısa sürede evrensel bir boyut kazanıp küresel dil ve kültürlerle entegre olup turizm bağlamında evrenselleşebiliyor. (Ürdün, İran, Lübnan gibi bölgeler) Türkiye’de örneğin Çankırı, Çorum (örneğin Hititler) yahut Yozgat’ta böyle bir şey söz konusu değil. Bunu olumlu bir şey olarak mı okumalıyız?
Bazen turistin gelip göreceği bir şey olmaması bir nimet oluyor. Herkes marka şehir olursa ne anlamı kalacak? Zaten ben turistlerin her yere gitmelerine karışıyım. Adam ibadet ediyor turist gelmiş fotoğraf çekiyor. Bunun adı merak değildir artık işin çığırından çıkmasıdır. Hâlimize şükür ediyoruz ki turist nimetinden mahrumuz.