Mehmet Güreli: Hayat, bildiklerimiz ile hayal ettiklerimiz arasındadır

Sanat dallarının duayen isimlerinden olan Mehmet Güreli.
Sanat dallarının duayen isimlerinden olan Mehmet Güreli.

Sinema, müzik, resim ve edebiyatın duayen isimlerinden Mehmet Güreli; ‘Gölge’ den sonra ikinci uzun metraj sinema filmi olan ve aynı zamanda dayısı ünlü yazar Salah Birsel’in aynı adlı romanından uyarladığı ‘Dört Köşeli Üçgen’ i Skyroad okurları için anlattı.

Sanat çevresi sizi daha çok ressamlığınızla, besteleriniz ve şarkılarınızla tanıyor. Ancak sizi yakından takip edenler sinema ve edebiyatla olan ilişkinizi de çok iyi bilir… Bize tüm bunları nasıl harmanladığınızdan söz eder misiniz?

"Bildiğiniz gibi Salah Birsel’in romanı, Hulki Aktunç’un deyişiyle bir düşünce romanıdır."
"Bildiğiniz gibi Salah Birsel’in romanı, Hulki Aktunç’un deyişiyle bir düşünce romanıdır."

Artık çağımız daha önce hiç bilinmeyen nehirlerin yeni kollarını keşfetmiş. Sürekli tüm damarlar, sinirler birbirinin içine hızla akıyor, yeni sentezler, deyişler sunuyor. Çeşitli disiplinler de bu doğal akışın duyularına sızmış gibi. Dallar birbirini kucaklıyor, ayrılabilirler sandığımız her şey yeniden buluşuyor. Fark edilemeyen unsurlar ise az bilenlerin kavrayamadıkları alanları işgali.

Geçici bir durum; ben de bilgilerimle hayal gücümü kaynaştırarak serüvenimi devam ettirmeye çalışıyorum.

Yeni filminiz “Dört Köşeli Üçgen” Salah Birsel’in (akrabanız) aynı adlı romanından uyarlandı. Bu romanın sizin için anlamını ve neden bir sinema filmine dönüştürmek istediğinizi anlatır mısınız?

“Dört Köşeli Üçgen”, yazılırken yanında durduğum, içeriğini bilmeden daktilonun tuş sesleriyle haşır neşir olduğum bir roman. Filme almayı düşündüğüm onlarca önemli eserden belki de en ön sıradaki. Şimdiymiş sırası. Hiç eskimeyen, geleceğin de habercisi bir anlamda.

Yani bugünkü aklın bir mizahi yolculuğu.

Romanın ana teması gözlemcilik üzerine kurulu ve yayınlanış tarihi 1961 yılı… Bugünden romanın yazıldığı tarihe bakınca neler söylersiniz? Sizce Salah Birsel neden böyle bir konu seçti?

Bildiğiniz gibi Salah Birsel’in romanı, Hulki Aktunç’un deyişiyle bir düşünce romanıdır.

Aklın sınırları üzerine fazlaca duran, aynı zamanda çağlar boyunca insanın durumunu gözden geçiren, özgürlük sınırını irdeleyen, en önemlisi sonuçlara varmak yerine sorular soran bir yapıttır. Zihnin hareketliliğini, sınırsızlığını esas aldığı için de seçilmiştir sanırım.

"Dört Köşeli Üçgen, hiç eskimeyen, geleceğinde habercisi bir anlamda."
"Dört Köşeli Üçgen, hiç eskimeyen, geleceğinde habercisi bir anlamda."

Tekrar günümüze dönecek olursak gözlemcilik aslında şu an başka bir boyuta evrilmiş durumda. Sosyal medya üzerinden sürekli birbirimizi gözlemliyoruz. Özel hayatımızla ilgili çizginin ne olduğu ve nerede durulması gerektiğini düşünüyorsunuz?

Yine insanın toplumdaki yeri konusu gündeme gelmektedir. Çizgiyi belirlemek, insanın kendisi olması ve başkasına bakışı. Bütün bunlar farklı açılardan incelenmesi gereken, huzur ve dengeyi sonuçların önüne koymayı becerebilme meselesi. Biz de bunu yansıtmaya çalıştık bir anlamda...

Matematiksel doğruların olmadığı bir dünyada hayat nasıl algılanıyor?

"Dört Köşeli Üçgen, birçok ipucunu içinde barındırıyor."
"Dört Köşeli Üçgen, birçok ipucunu içinde barındırıyor."
Hayatın yaşam biçimlerinin bir formülü olmadığı gibi, kesinlikten uzak olduğu da hepimizin bildiği bir gerçek.

Aklın sınırlarını, alanların huzuruyla birleştirebilecek bir ahlak anlayışı; müdahale etmeyen ama müdahale de ettirmeyen.

Film seyirciye neler düşündürtmeyi amaçlıyor?

Film, hakikatle hayatın gerçeklerinin çakıştığı yerleri, kör noktaları göstermeye çalışıyor. Ayrıca her mesleğin özel bir mekanizması ve işleyiş biçimi olabileceğine de değiniyor. Bilginin öneminin altını çiziyor, bakışın savrukluğunu, muğlaklığını tiye alıyor.

Romanın ana teması “Hiciv” üzerine kurulu… Peki filmde nelere yönelik hicivler hâkim?

Tabi filmin hicve yatkınlığı, ironik yanı, Salah Birsel’in romanından gelen bir duygu, hatta onun yazar olarak en belirgin özelliklerinden biri.

Diğer yandan Dört Köşeli Üçgen adından da anlaşılacağı gibi paradoks üzerine kurulu. Nedir bu paradokslar?

"Dört Köşeli Üçgen, birçok ipucunu içinde barındırıyor." Yani ‘olmaz’dan çok, ‘olur mu öyle?’ işleyişini kıran, bozan, biraz da parçalayan bir yapıya sahip.

  • Duvara çarptıktan sonra bile söyleminden şaşmayan birinin hikâyesi. Haklılığı sadece kendi mantığıyla bulmaya çalışan biri.

Filmin başkahramanı bir “gözlemci”. Size göre gözlemcilik nedir ve onu özel kılan şey nedir?

Gözlemcilik, insanın gizli kalmış bir yanı, bir buluşu gibi ele alınıyor.

Sınırları size ait olmayan, toplumun tolerans frekanslarıyla dalgalanan, bir sisin düdüğe artık gerek yok, diyen bir paydası gibi. Size sis dağıldıktan sonra da bir şey göremeyebilirsiniz hissi veriyor.

Sizce gözlemciliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz dönemlerden birinde değil miyiz?

"Bilgilerimle hayal gücümü kaynaştırarak, serüvenimi devam ettirmeye çalışıyorum."
"Bilgilerimle hayal gücümü kaynaştırarak, serüvenimi devam ettirmeye çalışıyorum."

Gözlemcilik, bir anlamda toplumun her kesimini içine alan, özel nitelikleri bile zaman zaman hiçe sayan tartışmalara açık bir yorumlama biçimi gibi de ele alınabilir.

Teknolojinin ilerlemesiyle de korku ve endişeye göz kırpan yönü her zaman ağır basmakta. Burada öngörüsü olan insanın ahlaki, felsefi, vicdani boyutuna doğru ilerleyen bir kavramın sivrildiğini hissediyoruz. Bütün mesele buranın temizliğini, çabanın kutsallığını görebilmek. Yani huzurun aranışı, çıkmaz sokaklarda da rahat rahat uyuyabilmesi...

Bize biraz da filminizin çekim ve set sürecinden bahseder misiniz?

Çekimler değişik dönemlerde, farklı mevsimler gerektiği için altı ay kadar sürdü. İstanbul, Selçuk ve Alaçatı’da.

Filmin senaristi oyuncu Görkem Yeltan edebiyat ile de yakından ilişkili… Kendisiyle bu film için buluşma hikâyeniz nedir?

Görkem Yeltan, çeşitli dallarda yıllardır birlikte çalıştığım bir arkadaşım. Bir oyuncu, bir yönetmen olduğu kadar da iyi bir yazar Görkem. Senaryoyu bitirdim dediğinde de yola koyulduk. Çalışmalar yedi yıla yayıldı.

"Welles’in hayranı olduğumu da belirteyim."
"Welles’in hayranı olduğumu da belirteyim."

Filmin siyah-beyaz çekimleri bize Orson Welles’in Kafka uyarlamalarını andırıyor…

Tabi siyah-beyazın ortak rengi, havası, akrabalığı bazı çağrışımlar yapsa da ışıktan kameraya, mekândan oyuncularla çalışmaya kadar ayrı çizgilerde olduğumuzu düşünüyorum.

Ayrıca Welles’in hayranı olduğumu da belirteyim.

Müzik, resim, edebiyat, sinema gibi sanatın birçok alanından eserler üretiyorsunuz. Hangisinin sizin için olmazsa olmaz olduğunu söylersiniz?

Bir bütün olarak düşünürsek hayatı ve bir ağaç olarak da görürsek kendimizi; tüm dalların yerinde olmasına, yerinde kalmasına dua ederiz. Hepsinin birbirine yakınlığını, katkılarını biliriz.

Eserlerinizde neden özellikle şehirdeki insan ve onun durduğu yer ile ilgileniyorsunuz?

Belki de benim materyalim ya da kaderim bu, şehirli olmam. Tüm hayatım boyunca yanımda kitaplarla, sinemalarda yaşamış olmam. Bilmem, film düşlemekten başka bir şey.

"Nesnelere ne kadar yaklaşacağımıza karar veririz, görüntü yönetmenimiz Ahmet Sesigürgil’le."
"Nesnelere ne kadar yaklaşacağımıza karar veririz, görüntü yönetmenimiz Ahmet Sesigürgil’le."

Resimlerinizde sinemanın da etkisi görülüyor… Resim ve sinema ilişkisi üzerine neler söylersiniz?

Önce bir şeyler çizeriz, sonra resme katılanlar olur, alanda bir çoğalma hissedilir. Sonra bir şeylere daha dokunulur, herkese ne yapılacağı anlatılır ve kamerayla zamanı ve alanı parçalarız. Nesnelere ne kadar yaklaşacağımıza karar veririz, görüntü yönetmenimiz Ahmet Sesigürgil’le.