Mareechi Asu: Müzik kendi hakikatimize ulaşmak için güzel bir araç
“The Secret of Shams Dance”, “Kooch”, “The Dance of Enlightenment” ve “Breath of Fire” albümleriyle dünya çapında kendine has bir dinleyici kitlesi oluşturan, ayrıca “Aşk’ın Uyanışı” ve “Sonsuz Damla Sonsuz Okyanus” kitaplarını kaleme alan İranlı müzisyen Mareechi Asu ile son albümü “Ghalandar” ve sanat yolculuğu üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik
Merhaba, dinleyicilerini iç dünyasında bambaşka yolculuklara çıkaran melodilerin sahibi Mareechi Asu’nun yolculuğu nasıl başladı?
Merhaba, 1979 Tahran doğumluyum. Hayatımın ilk yıllarında İran’da savaş olması sebebiyle Hindistan yolculuğum başladı. Bu yolculuk halen devam etmektedir. Üniversitede Fizik Bölümünden mezun oldum. Spiritüalizm ve fizik konusunda merakım gelişti, okuma ve araştırmalara başladım. Birçok eğitim, sohbet, okumalar sonrasında bu ilgim, yaşamımın merkezine yerleşti diyebilirim. Çocukluğumdan bu yana müzik hayatımın ayrılmaz bir parçası oldu. Müziğin hayatıma ilk dokunuşları çok küçük yaşlarda rahmetli Üstad Shajarian’ın sesinden dinlediğim şarkılarla gerçekleşti. İran geleneksel müziğinin beni çok etkilediğini söyleyebilirim. Aslında benim için İran geleneksel müziği meditasyon tadını vermektedir. Her dinlediğimde kendi içimde derin bir tefekküre dalmaktayım. Ama kısaca anlatmak gerekirse, kendimi her zaman bir yolcu olarak görüyorum. Yoldayım ve yoldan keyif alıyorum. Tabi ki yol iniş çıkışlarla dolu ama kendime verdiğim bir söz var ki yolculuk her zaman güzeldir ve kalbim minnettarlıkla dolu.
Albümden önce senin meditasyon ile çok yakın bir ilişkin ve hatta kitapların var. Biraz buradan konuşalım.
Meditasyon yolculuğum kendi katmanlarımda ilerlemek ve kendimi keşfetmek ile ilgili. Bütün büyüklerin söylediği gibi gerçek bir soru var o da “Ben kimim?” sorusu. Bu sorunun cevabını anlamak için kendi içime yolculuğa başladım. Zihni anlamanın ve onun ötesine geçebilmenin yollarını aradım. Bu yolda birçok değerli üstatla çalıştım. Uluslararası meditasyon merkezinde uzun yıllar çalıştım, bu çalışma aynı zamanda benim meditasyonum oldu. Meditasyon herkes için farklı bir anlam taşıyabilir ama ben bir kişinin meditasyon yapabileceğini düşünmüyorum. Kişi meditasyon olabilir. Meditasyon benim için yapılacak bir şey değildir, bir yaşam biçimidir. Ben bir yazar değilim ama meditasyonlar sonrasında kendim için yazdığım notlarla hislerimi kâğıda döküyorum. Yazdığım kitaplar yıllar içinde birikmiş olan meditasyon notlarımdır. Bunları yayımlarken amacım yaşadığım güzel hali paylaşmak. Kitaplarımdan ilki “Aşkın Uyanışı” ve ikincisi ise “Sonsuz Damla Sonsuz Okyanus” isimlerini taşımakta.
Meditasyon sence en temelinde nedir? Günümüzde çok popüler olan bu kavram bazen yanlış ellerde anlamını yitirebiliyor. Sen bu kavrama hangi açıdan ve nasıl bakıyorsun?
Bence meditasyon en temelde zihnin ötesindeki varlığımızı anlamak, fark etmektir. Bedenimizin ve zihnimizin ötesindeki öz varlığımızın deneyimidir meditasyon. Bunun yolu tanık olmaktan geçmektedir. Yaşam farklı süreçleri, zorlukları içermektedir. Bu zorluklarla özdeşleşip kendimizden uzaklaşmamız ihtimali de söz konusudur. Meditasyonun farklı aşamaları vardır, öncelikle bedenimizde bloke olmuş enerjileri akışkan hale getirmemiz gerekir. Sonrasında zihne ilerleyip, kendimizle ilgili yanlış inanışlarımızı, alışkanlıklarımızı bulup onların ötesine geçmemiz gerekir. Bu da sonraki aşamadır. Bu iki aşamayı geçtikten sonra kendimize daha geniş bir perspektiften bakabiliriz. Bakış açımız değişince hayatımızda değişir.
Gelelim müziğe. Ne kadar zamandır müzik yapıyorsun? Daf hayatına nasıl girdi?
Müzik, çok küçük yaşlarımdan bu yana beni hep etkiledi. Daf enstrümanının ve profesyonel anlamda müziğin hayatıma girişi üstadım Masoud Habibi ile tanışmamla başladı. Bir konserinde üstadımın performansı esnasında sanki bir benlik olarak değil de saf öz olarak orada oluşuna tanık oldum. Masoud Habibi, daf ile bütünleşmişti bir olmuştu, sanki çalan o değildi aşktı. Beni etkileyen aşk oldu. Hayatıma bu şekilde girdi diyebilirim ve neredeyse 30 yıldır müzik aşkım devam etmekte.
Ve yeni albüm… 432 Hz nedir?
432 Hz akort frekansı, antik dönemlerden beri kullanılan bir frekans ve eski medeniyetlerde hep yer bulmuş. Bazı kişiler, bu frekansın doğal harmonik oranlar ve rezonanslarla daha uyumlu olduğunu savunmakta. Sanatsal bir bakış açısıyla, akort frekansının seçimi bir müzik eserinin ruh halini, atmosferini ve genel estetiğini etkileyebilir. 432 Hz akordunu kullanan müzisyenler ve besteciler, bu frekansı daha sıcak bulurlar. Bu da benzersiz tınısal özelliklere yol açar ve dinleyicilerin duygusal tepkisini etkiler. Son yıllarda 432 Hz akordunun popülerliğini arttı. Sanatsal bir bakış açısından, akort frekansının seçimi müziğin genel ifadesel kalitesine katkıda bulunan üretken bir karar.
Albümde İranlı bir diğer usta Mehrdad Maleki ile işbirliği yapıyorsunuz kendisiyle çalışma sürecini anlatır mısın?
Üstad Mehrdad Maleki, tanıdığım en saygın müzisyenlerdendir. Çaldığı müzik gibi yaşamakta. Tanbouru üst düzeyde çalıyor, geleneksel vokali de muhteşem duygular uyandırıyor. Bunların ötesinde olan ise onun alçak gönüllülüğü ve dostça davranışları. Mehrdad Maleki ile birlikte buluşup ikimizi de iyi hissettirecek bir albüm yapmak istedik. Sonrasında sevgili dostum Kurtuluş Cengiz ve Viya Müzik ekibiyle bağlantıya geçtik. Bu konuda sonsuz destekleriyle yanımızda oldular. Parça seçimlerimizi birlikte yaptık, hem eski ezgileri hem de Mehrdad Maleki’nin bestelediği eserleri kullandık. Bizim için burada önemli olan hal idi. Sözleri kararlaştırırken de bizi iç yolculuğumuza davet edenleri seçtik. Ben çok keyif aldım. Her şeyin ötesinde bizi bir araya getiren müzik aşkı oldu.
Her şeyin çok hızlı tüketildiği bir çağda bu albümün insanlara nasıl dokunmasını umuyorsun?
Yaptığımız müziğin sözleri ve müziği aracılığıyla, kendilerine dair daha derin bir bakış açısına sahip olmalarını umuyorum. Bu maddi dünyanın ötesinde manevi bir dünyanın tekrar anımsayacaklarını düşünüyorum. Ayrılıkların olmadığı birliğin olduğu, savaşın olmadığı barışın olduğu bir dünya. Müziğimizin güzel hallere vesile olmasını temenni ediyorum.
Mistik müzik neden özellikle İran ile özdeşleştiriliyor?
Bu sadece İran ile ilgili değil. Mistik müziğin izlerini antik Mısır’da, Hindistan’da, türkülerde, Kızılderililerde ve birçok farklı yerde de görmekteyiz. Fakat İran Müziği ve edebiyatı birbiri ile iç içe. İran müziğinde büyük şairlerin eserleri kullanılmış. Mevlana, Hafız Şirazi, Sadi, Baba Taher ve birçokları. Bu şairler aynı zamanda mistiklerdir, şiirleri mistik sembollerle dolu. Bu anlamlar müziğe de aktarılmış. İran müziğinde, şiir ve müzik çok derin bir etkileşim içinde.
Mistik müziği, insanın kendisiyle ve kozmosla birleşme arayışında ruhani bir yolculuk olarak tanımlıyorsun. Bunu biraz açar mısın?
Ben vahdet-i vücut yani varlık birliği felsefesini özümsüyorum. Bu kavrama her zaman hayranlık duydum. Ayrıca holografik bir evrende yaşadığımızı düşünüyorum. Her şeyin birliğe hizmet etmesi gerektiğini savunuyorum. Ayrı olduğumuz fikri sadece bir yanılsama. Birlik ve teklik bu evrenin özü, müzikse bir nevi enerji ve bence mistik dediğimiz müzik, bu enerjinin en saf hali. Ayrıca şunu da eklemek isterim ki mistik müzik bence mistik bir kişi tarafından yapılmış bir müziktir. Mistik bir kişi ne çalarsa ya da okursa o müzik mistik müziktir, müziğin tarzı önemli değildir. Önemli olan mistizmdir. Müzisyen ne ise, müziğine onu yansıtır. Böyle bir müzik, bizi zihnin dünyasından uzaklaştırmak, kendi hakikatimize ulaştırmak için güzel bir araç olabilir.
Sence insan mistik yönünü veya maneviyatını geliştirmek için neler yapmalı?
Bence insan maneviyatını geliştirmek için yaptığı birçok şeyi yapmamalıdır. Modern dünyada çok fazla şey yapmaktayız. Herkes koşuyor, doyum bilmiyor. Açgözlülük her yerden görülebiliyor. Minnettar olmuyoruz, şikâyetlerle doluyuz. Minnettar olmak maneviyatın en yüce niteliklerinden birisi. Dünya matriksinin dışına çıkmanın yolu kendi hakikatimizle kavuşmak. Zihinle özdeşleşmeden kendi hakikatimizle buluşmalıyız.
Albüme geri dönelim isterseniz. Albümdeki her şarkı birbirinde farklı tatlarda. Albümdeki şarkılarından söz eder misin?
Bu albümdeki yedi eseri; sufi mistik Attar Nişaburi’nin Mantık Al-Tayr eserinde bahsetmiş olduğu yedi vadiyle anlamlandırabiliyorum. Attar’a göre birinci vadi “İstek Vadisi”dir, ikincisi “Aşk Vadisi”dir. Üçüncüsü “Marifet Vadisi”dir. Dördüncüsü “İstiğna Vadisi”dir. Beşincisi “Tevhid Vadisi”, altıncısı “Hayret Vadisi” ve yedincisi ise “Fakr-u Fena Vadisi”dir. Bu vadiler ve bu vadilerden geçiş için gerekli olan özelliklerle nefsin mertebelerinden bahsetmektedir. Tabi ki bu tamamen benim şahsi yorumum. Herkes kendi anlamını bulmalı.
Bu taze albüm hakkında size gelen ilk yorumlar ve tepkiler nasıl peki? Bir sonraki projeniz kafanızda şekillenmeye başladı mı?
Yaptığımız bu albüm ile özel bir kitleye hitap ediyoruz. Kendi dinleyici kitlesi içerisinde hem dinlenmeler hem de yorumlar çok iyi gidiyor. Önümüzdeki projemizde ise genel olarak akustik ve yaşayan bir müzik yapmayı tercih edeceğiz. Hem beste hem ezgi olarak geleneksel yani kadim eserleri yorumluyoruz ve bu yönde çalışmalarımıza devam etmeyi planlıyoruz.
Albümü canlı olarak dinleyebilecek miyiz?
Tabi. Çok yakında Lübnan’da konserimiz olacak. Türkiye’de ve dünyanın farklı yerlerinde yapacağımız konserler için planlamalarımız devam ediyor.
Bu albümü kulağımızda dinlerken hangi ülkeyi, şehri, müzeyi ya da spesifik bir yeri gezmemizi tavsiye edersin?
Bu albüm spesifik bir yerden ziyade, kadim geçmişi, yaşanmışlığı olan bütün coğrafyalarda bir ayrım olmaksızın dinlenebilir. Ama ben albümü dinlerken kendi iç dünyamda gezmeyi tercih ederim. Bütün zamanlar, bu an ve bütün mekânlar burada. İnsanlar dışarıya bakmayı tercih ediyor ama bence iç dünya çok daha güzel ve görkemli.
Biraz Hindistan deneyiminden söz eder misin? Seni en çok ne etkiledi?
Hindistan benim için Himalaya kadar yüksek ve Hint okyanusu kadar geniş bir anlam taşıyor. Orada birçok farklı kültür ve dinden insanlar ile tanıştım. Bir Müslüman olarak bu çeşitlilik bakış açımı çok geliştirdi. Hindistan’ın insanlar bana çok sıcak davrandılar, çok samimi dostluklar kurdum. Müziği ve müzisyenleriyle kaynaştık, etkilendim, orada konserlerim de oldu. Yokluk içindeki insanların bile ne kadar paylaşımcı olabileceğini görmemi sağladılar. Bu benim için çok önemli bir öğrenim oldu. Misafirperverlikleri çok candan ve samimi.
Gelelim, hızlıca sorduğumuz kısa cevaplı sorulara. Ömrünün geri kalanında tek bir yemeği yeme şansın olsaydı neydi seçerdin?
“Masala Dosa”. Hindistan’ın güneyine ait bir lezzet. Ya da yine bir Hindistan lezzeti olan “Dal Makhani”yi seçerdim.
Senin meditasyonun hangi sanatçılar?
Kitaro, Luciano Pavarotti, Pink Floyd, Eloy, King Crimson, Nusret Fatih Ali Han, Mohammad Reza Shajarian…
Barbie mi Oppenheimer mi?
Matrix 1!
Heyecanla beklediğin bir sanat olayı var mı?
Her yıl düzenlenen ve bizim de yer almak istediğimiz “Ruhaniyat Sufi and Mystic Festival”, Hindistan mistik müzik festivalini bekliyorum.