Kurtuluş, çocukluk, sürgün: Attilâ İlhan'ın İzmir'i
Dünyanın en güzel terkibidir belki: Bir şair, bir şehir. Şair,tahayyülüne dünyayı bile sığdırır ama gider yine bir şehresığınır. İşte o sığınak şehirlerden biri, hakkı hiç teslimedilmemiş bir şiir. Victor Hugo 1829 yılında hiç görmediğiİzmir’i anlatacaktır mesela: "İzmir bir prensestir çok güzelküçük şapkasıyla / Mutlu ilkbaharlar durmaksızın onunçağrısına yanıt verir / Nasıl vazo içindeki çiçekler gülümserse/ O da denizler arasından ışıldar / Hatta Arşipel'inyaratılışından çok daha tutkulu."
- "İzmir'deysem eğer ya bürümcük bir karabiber ya dikenli bir palmiye ağustos delisi ay ışığında ya da bir turunç ağacı yıldız serpintileriyle sırılsıklam"
- Attilâ İlhan
Ama Hugo’ya değil, Kaptan’a açılır yolumuz. Attilâ İlhan’ın edebiyat macerasının köşe taşları olarak anılan dört büyük şehir (İzmir, İstanbul, Paris, Ankara) arasında en güzeli değilse bile, kesinlikle en havalısıydı İzmir.
Burada doğdu İlhan, Menemen’de, yıl 1925.
Kamuda görevli bir divan şairinin oğlu olarak. Önce Karşıyaka Ortaokulu’nu bitirdi, ardından İzmir Atatürk Lisesi’ne gitti. Bıçkın bir delikanlıydı, başında esen kavak yelleri, göğsünde tunç siperi ve elinde şiirden bir dünyanın ilk fişekleri. Bir kızı sevdi, Nazım Hikmet’in şiirlerinin eşlik ettiği mektuplar yazdı ona. Tutuklandı bu yüzden, gözaltına alındı, hapis yattı ve nihayetinde okulundan atıldı. Aşk ve şiir, ilk sürgün, İzmir’e veda. Böyle başladı bu şehirden geçen hikâyesi. İzmir’in tam ortasına otağını kurmuştu şair. Ama hiç istemese de yabancısıydı artık bu şehrin. Aşkı, okulu, ilk gençliği elinden alınmış, İstanbul’a sürgün edilmişti. İzmir’e veda busesini kondurur, bir yabancıdır artık kendi sokağında: "Ahmet, beni Fevzipaşa Bulvarı’na çağırdılar / On ikinci ağacın altında bekleyeceğim / Ahmet, beni neden çağırdılar bilmiyorum / İzmir'in yabancısıyım Ahmet / Korkuyorum, sabaha dönemezsem telefon edersin / Emniyet nöbetçi müdürlüğüne: 24-61."
Attilâ İlhan’ın şiir-düşünce evreninde bir karşılık ve anlam bulan İzmir, cesur bir şehirdir öncelikle. Yörük efeleri, çakmaklı tüfekleri ve kuvvacı ruhuyla düşmana karşı çarpışmış, 9 Eylül’de bağımsızlık ateşini harlamış, göğsünü her daim kan düğümleriyle iliklemiştir. Özgürlüğün adresi, çocukluğunun başkenti ve Cumhuriyet’in ilk yıllarıdır burası.Hülasa Kaptan’ın ilk gemisidir. Gerilimli, sisli, telaşlı, yalnız ve kasvetli. Yine de o umutlu yüzüyle gülümser şaire. İlhan, İzmir imgesinin edebiyatımızda hiçbir zaman güçlü biçimde temsil bulamadığının farkındaydı. Böylesi ışıltılı bir liman şehrinin büyük dönüşüm hikâyesi, kültürel odak noktaları ve genel etki alanı hakkında şiirin de söyleyeceği bir şeyler olmalıydı mutlaka. Şehrin edebi açıdan ciddi bir görünürlük kazanacağı şiirleri yazarak, İzmirli şair unvanını gururla asacaktı omuzlarına İlhan.
Şöyle diyordu: "İlk kez ben; İzmir’de bir liman şehrini, bir büyükşehir havasını saptayıp şiire aktarmaya çalışıyorum, çok yıllar sonra ‘Yasak Sevişmek’te yer almış bazı şiirlerde aynı şeyi İzmir’in geçmiş dönemlerine de uygulamaya çalışacağım. Bunda haklıyım da: limanlık, dışarıya açık olmak, kozmopolitlik ve komprador kapitalizmin serpildiği bir yerleşme merkezi olarak İzmir’in gerek geçmişinde gerekse son dönemlerinde İstanbul’dan kalır yeri yoktur. Nedense bu işlenmemiş, edebiyata aktarılmamıştır."
Lise yıllarında ayrılmak zorunda kaldığı şehrine, 1965’te yeniden döndüğünde, babasını kaybetmiş, ilk gençliğini geride bırakmış ve İzmir’le baş başa kalmıştır.
Kaptan’ın bu ikinci İzmir seferi tam 8 yıl sürecektir.
Demokrat İzmir gazetesinin yöneticisi/başyazarı olarak, her sabah Karşıyaka’dan vapura binerek Pasaport iskelesine gelip, rıhtım üzerinden Konak-Nadir Nadi Caddesi’ndeki gazete binasına doğru yürüyerek gelmesi, dünyanın en güzel rutinidir İlhan için. Yaz-kış kolundaki şemsiyesi, gri pardösüsü ve kahverengi deri çantasıyla arzı endam ettiği şair güzergâhıdır bu. Zaten o yolda, o vapurda ve o iskelede yazılmıştır bütün şiirler.
Sadece İzmir!
Seyir defterine İzmir’den başlayan Kaptan’ın Kimi Sevsem Sensin kitabındaki “Ne Kadar İzmir” başlıklı toplam beş parçadan oluşan şiir serisinde; Kordon’da akşam kızıllığı, İnciraltı’nın son vapur seferleri, billur palmiyelerden yağan güneş tozları, Naldöken’in atlı tramvayları, tenha martıları, Karşıyaka sinemaları, mehtapta gülümseyen alaycı yunuslar, Halimağa çarşısının hamalları ve Kızlarağası Hanı’nda bir akşamüstü gibi ayrıntılı şehir tasvirleri dikkat çeker. Bu tasvirler; İstiklâl Harbi hatıraları, şehrin gündelik rutini ve emekçilerin zorlu hayat mücadelesine karışarak, dünya politik gündemine doğru ilerler ve toplamda İzmir’in eşine az rastlanacak türde bir fotoğrafını çeker bize, evet şiirle, şair bir sinemacının kalemiyle çizilir şehir. Finalde sisli İzmir körfezinden gördüğü, gittikçe uzaklaşan, Cumhuriyet vapuru ya da çocukluğudur. İkisi de uzaklaşır ama fotoğrafta görünmeyen saklı bir İzmir’dir.
Dört kitabında da başka bir İzmir; Ben Sana Mecburum, Kimi Sevsem Sensin, Sisler Bulvarı, Yasak Sevişmek. Zekiye Nine’nin masallarıyla büyümüş bir Attilâ. O tek katlı cumbalı evlerin İzmir’inde Sisler Bulvarı’ndan yürüyerek geçen bir yağmur kaçağı. Pasaport İskelesinden İzmir Palas’a rahvan. Alsancak Garı’nda açmış bela çiçeği, uykularında sabaha kadar Akdeniz. İzmir, kapılarını hürriyete açtığında şakağına bir mermi çivilenen Bozköy’lü Hasan, denizde yıldız zenginliği, uzakta İzmir.
Karşıyaka Çamlık, 1744 sokak, Marifet Apartmanı. Üç lokantada öğlen arası; Şükran, Tek Nal ya da Yeşil Papağan. En çok borçlu olduğu Kitapçı İhsan ve Karşıyaka’nın mehtaplı geceleri. Smyrna Blues, Kaf-Sin- Kaf, Yalnızlar Rıhtımı. Ellerine kırlangıçlar yağarken İzmir. Sonra ketenhelvacılar, Basmane, Göl Gazinosu, akşamüstü küçük bir yağmur götürülen Gaziler Caddesi, güneybatıdan misafirimizdir serin bir imbat esintisi. İzmir’de lâleler düşerdi körfeze, şair Nedim’in ruhundan, Kurtuluş’tan sonraki telaşlı günlerde…
Soğukkuyu mezarlığında uyuyor şair babası Bedri Bey. An gelir Attilâ İlhan ölür İstanbul’da. Gözleri -herkes şahittir ki- İzmir’e giden bir vapurun güvertesinde sürgün.