Kötü bir haber bütün şehre geldiği zaman: Tokyo hikayesi
Sinema ve kent, 19. yüzyılda modern bir keşif olarak ortayaçıktılar ve insanın mekâna dair deneyimlerini de hızlı bir biçimdedeğiştirmeye koyuldular. Batı’nın modern şehirleri karşısındaDoğu’nun büyük şehirleri ise gelenek ile modernizm arasındakafası karışık bir görünümle arz-ı endam ederken bu durum,sinemanın da dikkatini çekmekte gecikmedi. İnsanın ve mekânındönüşümü pek çok sinema anlatısında başrol olarak kendine yerbuldu.
Yasujiro Ozu imzalı Tokyo Hikâyesi (Tokyo Monogatari, 1953) ise İkinci Dünya Savaşısonrası Batılılaşmanın nihai hedef olduğu Japonya’daki değişim ve dönüşüme odaklanan konusuyla bu bağlamda karşımıza çıkıyor. Film, Ozu’nun diğer hikâyeleri gibi nostaljiyle bağlantılı, basit ve sakin bir biçimde meselesini ele alıyor.
Tokyo Hikâyesi, taşralı bir Japon ailesine odaklanıyor. Yaşlı bir çift, daha iyi yaşam şartları için doğup büyüdükleri kasabadan ayrılıp Tokyo’da yaşamaya başlayan çocuklarını ziyaret etmeye karar verirler. Böylelikle sakin bir balıkçı limanı ve geleneksel bir güney kasabası olan Onomichi'den Tokyo’ya uzanan bir yolculuğa çıkarlar. Yönetmen Yasujiro Ozu ise yaşlı çiftin yolcuğunda değişen değerleri ve kentli olmanın bedellerini sorgular. Tokyo Hikâyesi’nde yönetmen, onu ilişkilerden örülmüş bir perde arkasına gizlese de geriden seyirciye hakikati fısıldayan yine Tokyo şehridir. Bu yöntemle Ozu, tekrarlayan nesiller çatışması temasını güçlendirip derinleştirerek sinemanın en güçlü şaheserlerinden birini yaratır.
Tokyo Hikâyesi, sıradan mekân filmlerinden farklı bir izlek sunar seyircisine.
Ozu, şehrin kendisinden çok etkisine odaklanır. Bu sebeple geniş planlar kullanmak yerine kamerasını daha dar alanlara çevirir. Yasujiro Ozu sinemasının nüveleri olan halksız iç mekânlar, bina cepheleri ve manzaralar Tokyo Hikâyesi’nde de kendine yer bulur. Siyah dumanlar kusan dev fabrika bacalarıyla mekânın klostrofobik etkisini vurgular. Tokyo her haliyle sıradan bir Avrupa şehri gibidir; turist otobüsünün penceresinden bakınca hayranlık uyandıran fakat makyajını çıkarınca bambaşka bir hale bürünen.
Turist rehberi bile şehrin eski yapılarından olan sarayın Tokyo’nun karmaşası ile derin bir tezat oluşturduğunu söyler. Batı tarzında mimarinin hâkim olduğu bu şehirde insanlar da geleneksel kıyafetler yerine modern kıyafetler giymeyi tercih eder ve var olabilmek için çok çalışır. Dolayısıyla şehrin kaotikliği ve kıymet bilmezliği insanlarında cisimleşmiştir. Büyük şehrin nimetlerinden faydalanmak için orada yaşayan çocuklar ise esasında şehrin çeperlerinde tutunmaya çalışan sıradan bir kenar mahallesinin sakinleridir ve bu şehir hayatında yaşlılara yer yoktur.
Çeşitli beklentiler ve umutlarla çıkılan bu yolculuk, çiftin Tokyo'ya vardıklarında çocukları tarafından ilgisizce karşılanmalarıyla ıstıraba dönüşür. Çocuklar için anne babaları eğlemeleri gereken zoraki misafirlerdir ve onları alışveriş merkezi ya da bir sayfiyeye göndermek, başlarından atmaları için en kısa yoldur. Böylece kısa bir süre için de olsa gündelik hayatlarının koşuşturmasında yer veremedikleri ebeveynlerini kendilerince ağırlamış olurlar. Tokyo ziyaretlerini kırgın olarak tamamlayan anne-baba ise kasabalarına geri döner. Hasretlik giderilmiş midir bilinmez fakat aileyi yeniden bir araya getirecek şey acı bir haberden başkası olmayacaktır.