Köprüleri atmak ve şehirlerin çıkmazları: E. Ludwig Kirchner
Ernst Ludwig Kirchner, 6 Mayıs 1880'de Almanya’da, babası Ernst Kirchner'in kâğıt endüstrisinde kimya mühendisi olarak çalıştığı Aschaffenburg'da doğar. Ebeveynleri Prusya kökenlidir ve annesi -Kirchner'in de sık sık bahsettiği gibi- Huguenotlar’ın soyundan gelmektedir. Babasının mesleğinin bir sonucu olarak sık sık şehir değiştiren Kirchner, Frankfurt ve Perlen'deki okullara devam eder; ta ki babası Kirchner'in ortaokula gittiği Chemnitz'deki Teknoloji Koleji'nde öğretmen olana kadar. Kirchner’in sanata olan tutkusu da bu lisede ışık ve gölge teorisini öğrenmesiyle başlar. Ancak Kirchner'in ailesi başlangıçta sanatsal yeteneklerini geliştirmesi için ona destek olsa da ressam olma isteğini desteklememiştir. Bu nedenle Kirchner, Dresden'deki Königliche Technische Hochschule’de mimarlık eğitimine başlar. Ayrıca 1903-1904 kış dönemini Münih'te geçirerek Wilhelm von Debschitz ve Hermann Obrist tarafından yönetilen özel derslere katılır.
Münih’te tanıştığı “Art Nouveau”, onun gelip geçici izlenimler yerine dışavurumun açığa çıkarılması ve sanatı yüceltilmemiş bir yaşam biçimi olarak algılamasına yardımcı olur. Tabii ki bunun bir nedeni de 1903'ün başında Okyanus ve Afrika sanatıyla ilk temaslarıdır. Etnografya Müzesi’nde gördüğü bu eserlerin formları, doğal olmayan renkleri ve kaba konturları hızla sanatında da yer bulur. Akademik atölye resimlerinin gerçek yaşamdaki sanatla hiçbir ilgisinin olmadığını gören Kirchner, Alman resim sanatını canlandırmak ister. Bu dönemde Rembrandt’ın resimlerinden etkilenerek, bulduğu her fırsatta gördüklerini hızlı çizgilerle kâğıda aktarır. Bu taslakları atölyesinde kendine özgü yöntemlerle denetlenip, yalınlaştırarak dışavurumcu biçimlere dönüştürür. Mimarlık diplomasını aldıktan sonra da resim yapmak uğruna mimarlık mesleğinden vazgeçer.
Geçmiş ile gelecek arasındaki köprü
20. yüzyıl daha önce görülmemiş yoğun gelişme ve değişimlere sahne olurken birçok akım birbiriyle iç içe girmiş olarak ortaya çıkar. İtalya'da Fütüristler dinamik kompozisyonlarıyla teknolojiyi ve hızı kutlayarak tepki gösterirken, Fransa’da Kübizm formları parçalayarak modern yaşama yeni bir yorum getirir. Almanya'da politik istikrarsızlık ve ekonomik çöküntü ortamında gelişen Dışavurumculuk (Ekspresyonizm), sanatı sürekli olarak ve geniş bir kapsamda etkileyerek sonraki birçok akımının da ortaya çıkmasını sağlar. Yerleşik biçim ve geleneklere bir başkaldırı niteliği taşıyan Dışavurumculuk, doğaya dönerek toplumdan kaçma anlayışın içinde barındırır.
Kirchner ve atölyesinde birlikte çalıştığı bir grup mimar arkadaşı da (Fritz Bleyl, Erich Heckel ve Karl Schmidt Rottluff) Dışavurumculuk’tan etkilenerek, 1905 yılında Die Brücke (Köprü) isimli topluluğu oluşturur. Alman sanatı geleneğine bağlı (özellikle Albrecht Dürer, Matthias Grünewald ve Yaşlı Lucas Cranach'ın) kalarak, geçmişin sanatıyla geleceğin sanatı arasında bir köprü oluşturmayı amaçlayan grup düzenli toplantılar düzenler, tutanaklar dağıttır, manifestolar yayınlar ve küçük bir koleksiyoncu çevresiyle düzenledikleri sergilerle kısa sürede başarıya ulaşırlar.
Eylül 1910'da Dresden'in en önemli modern sanat galerilerinden biri olan Galerie Arnold'da düzenlenen sergiden sonra Berlin’e göç ederler.
- Oyma Sandalyenin Önünde Fränzi, 1910 Fränzi in Front of Carved Chair, 1910
- Kirchner Etnografya Müzesi’nde ilkel halkların sanatını keşfederek, bu sanatın modern ifadeyle olan ilişkisi üzerine çalışmalar yapar. Resimdeki egzotik kadın figürü Paul Gauguin'in zevkini hatırlatsa da, Kirchner’in kullandığı parlak renkler ve geniş fırça darbeleri çalışmalarında yakında ortaya çıkacak olan dışavurumcu tarzı öngörüyor. Öte yandan Berlin’de 1908-1909’da açılan kapsamlı Henri Matisse retrospektifi sanatçının üzerinde derin etkiler bırakmıştır.
Antlaşmak mümkün mü?
Kirchner Berlin'nin hızla büyüyen kültürel ortamında sanatsal faaliyetlerinin yanı sıra 1911'de Max Pechstein ile birlikte MUIM-Institut adında küçük bir özel okul kurar. Başkentin rekabetçi ortamına tepki gösteren grubun diğer üyeleri ise farklı sanatsal yönleri keşfetmeye başlar. Grup içindeki anlaşmazlıklar giderek büyür ve Kirchner'in 1913'te yayımladığı Chronicle der Brücke'de, Brücke’ün tarihi hakkında yazdıklarının benmerkezci olması nedeniyle resmi olarak dağılır. Bu dağılmanın ardından bir sanatçı olarak kendi kimliğini oluşturmak isteyen Kirchner grubun ortak resim tarzından uzaklaşarak, ritmik-dinamik tarzını olgunlaştırır ve Berlin sokaklarını betimlediği sahnelerini şekillendirmeye başlar. Bu resimlerde özellikle savaş öncesi felaketin eşiğinde duran bir kentte yaşama duygusunu, insanının yapay, ikiyüzlü ve kasvetli hâllerine dikkat çeker.
Savaşın getirdikleri
Kirchner, Birinci Dünya Savaşı'ndan önce Avrupa avangardında yükselen bir yıldız olarak eşsiz bir yere sahip olmuştur. Berlin yıllarındaki sanatsal başarısına rağmen yaklaşan savaş ve geleceğin belirsizliği birçok sanatçı gibi onu da derinden etkileyerek depresyona sürükler. 1910'lu yılların başında Alman toplumunu saran milliyetçi coşkuya kapılan Kirchner, Topçu Alayı'nda gönüllü olarak orduda göreve alınır. Ancak eğitim, disiplin, sürekli boyun eğme, kişisel özgürlük kaybı ve cepheye gönderilme kaygısıyla geçirdiği siniri krizleri nedeniyle ordudan terhis edilir. 1917 yılına kadar İsviçre'deki Taunus ve Davos'taki sanatoryumlarda depresyon ve uyuşturucu tedavisi görürken stüdyosunda çalışmalarına devam etmek için sık sık Berlin'e döner; tedavi gördüğü süre boyunca bir dizi yağlıboya tablo ve birçok çizim üretir.
- Diz Çökmüş Kadın, 1912. The Kneeling Woman, 1912
- Geç dönem Alman Gotik sanatçılarının sanatından etkilenen Kirchner’in özellikle Albrecht Dürer’in ahşap baskı ve oymacılığına özel bir ilgi duyuyordu. Onları sadeleştirilmiş çizgiler ve dinamik kompozisyonlarla modernize etmeye çalışarak neredeyse unutulmuş bir malzeme olan ahşabı çağdaş sanatın malzemesi olarak kullanmıştır. Kirchner, yaşamı boyunca modern heykele yaklaşık 140 heykel eserinin yanı sıra bazı oyma mobilyalar, kabartmalar ve dövülmüş metalden birkaç mutfak eşyası da oluşturmuştur.
- Sokak (Street), Berlin, 1913
- Kirchner 1911’de Berlin’e gidince alışkın olduğundan çok farklı bir yaşam tarzı ile karşılaşması sanatını da büyük ölçüde etkiler. Büyük şehir yaşamı karşısında duyduğu şaşkınlık ve hayranlığı Berlin Sokak Manzaraları dizisiyle tuvallere yansıtmış, kent yaşamının çıkmazlarını, sorunlarını, sahteliğini ve ikiyüzlülüğünü de hayat kadınlarını betimleyerek ele almıştır.
Her şeyden uzak kalma denemeleri ve Naziler
1918'den itibaren Edvard Munch gibi, İsviçre Alpleri'nde Davos’ta bir çiftlik evinde yaşamaya başlar. Burada Berlin sanat sahnesinden uzakta göreceli bir tecrit durumunda yaşarken kendini yeniden bulmaya ve sanatsal dilini geliştirmeye yönelir. Dresden ve Berlin'in şehir yaşantısını resimlemekten uzaklaşarak dağlardan, çiftçilerden ve hayvanların hayatından pastoral bir ilham alır. 1920’lerde yeni tarzıyla Dresden, Berlin, Basel, Frankfurt gibi kentlerde açtığı sergilerle daha geniş kitlelere ulaşır.
1931 yılında Berlin'deki Prusya Sanat Akademisi'ne üyeliğine atansa da Nazi partisinin Almanya'da iktidara gelmesiyle istifa etmek zorunda kalır. Marc Chagall, Otto Dix, Max Ernst, George Grosz, Wassily Kandinsky, Oscar Kokoschka, Laszlo Moholy-Nagy ve Piet Mondrian gibi sanatçıların yanı sıra Kirchner'in 600'den fazla resmi Naziler tarafından "yozlaşmış" gerekçesiyle koleksiyonlardan toplatılır. Bir kısmı diğer sanatçılarla birlikte Dejenere Sanat sergisinde küçük düşürülür. Bu olaydan çok kırılan ve ruhsal çöküntü içine giren Kirchner, 58. doğum gününden birkaç gün sonra, 15 Haziran 1938’de hayatına son verir.