Kitapların evi: Kütüphanelerin tarihi
Kütüphanenin tarihini, günümüzden 5000 yıl önce yazının bulunduğu Sümer çağına dayandırabiliriz. Medeniyetin beşiği olarak kabul edilen Mezopotamya, birçok konuda olduğu gibi bu konuda da insanlığa önderlik eden izlerin ilk keşfedildiği yer olarak gösterilebilir. İlk kütüphanelerdeki eserleri çivi yazılı kil tabletler oluşturur ve bu tabletler pişirildikten sonra rutubetsiz ve kuru yerlerde saklandıkları için asırlarca yaşarlar.
Mezopotamya’nın bilinen en eski kütüphanesi Uruk kitaplığı olarak kabul edilir ancak en meşhur kitaplığı M.Ö. 700 yıllarında Ninova’da kurulur. Asur hükümdarı Asur Banipal tarafından kurulan kütüphanenin içerisinde tarihleri M.Ö. 2000 yıllarına kadar uzanan 300.000’e yakın tabletin olduğunu biliyoruz. 1845’te gerçekleştirilen kazılarda bu tabletlerden 1000’i gün yüzüne çıkartılmıştır.
Sümer medeniyetinin mirasçısı olan Hititler (M.Ö. 1600-1200) ise birçok şehirde kütüphaneler kurmuşlardır. İçlerinde en dikkat çekeni başkent olan Hattuşaş’ta -günümüzde Çorum, Boğazköy- hükümdar Şuppiluliuma (M.Ö. 14. yüzyıl) tarafından kurulan kütüphanedir. Bu kütüphanede 20.000’e yakın tablet, duvarlardaki gözlere sıralanmıştır. Kitapların ucundan sarkan etiketler, aranan eserin nasıl bulunduğunun kanıtıdır. Burada yapılan kazılardan elde edilen eserler Berlin ve İstanbul’da bulunan müzelerde sergilenir. Benzer şekilde Güney Anadolu’da Sultantepe kazı çalışmalarında Gılgamış Destanı’nın tabletlerinden biri bulunmuştur.
Bunların yanı sıra M.Ö. 8. yüzyılda yaşamış, Asur ve Babil krallıklarını tek çatı altında birleştiren III. Tiglath-Pileser zamanında kurulan kütüphane de önemli kütüphaneler arasındadır.
Eski Mısır’da ise kitaplar papirüs adı verilen bitkinin zarları üzerine yazıldığından, rulolar şeklinde muhafaza edilir. Bu dönemin en meşhur kütüphanesi, bünyesinde 900.000 el yazması barındıran İskenderiye Kütüphanesi’dir. İnsanlık tarihi açısından önemli eserlerden biri olan bu antik kütüphane M.Ö. 3. yüzyılda kurulmuş ve Öklid, Arşimet, Batlamyus gibi devrin büyük bilim insanlarına ev sahipliği yapmıştır. Bu değerli bilim ve kültür hazinesi ne yazık ki 391 yılında Doğu Roma imparatoru I. Theodosius döneminde, Piskopos Theophilos’un emriyle yakılarak yok edilir. Bahane olarak da kitapların eski putperestlik kültürünü devam ettirmesi ileri sürülür.
İskenderiye Kütüphanesi’nden bir asır sonra inşa edilerek en büyük rakibi hâline gelen Bergama Kütüphanesi ise Ege kıyılarında doğan Antik Yunan’ın en değerli eserlerindendir. Bergama’nın kültür tarihinde bir başka önemli yanı ise Kral II. Eumenes’in (M.Ö. 2. yüzyıl) emriyle kütüphane müdürü Krates oğlak derilerini, üzerine yazılabilecek inceliğe getirerek parşömeni bulmasıdır. Bu buluşun nedeninin Bergama Kütüphanesi’nin İskenderiye Kütüphanesi’ni geçmesini önlemek için Anadolu’ya papirüs ihracatının yasaklanması olduğu söylenir. Görüldüğü gibi Antik Yunan’da kitap ve kütüphaneye oldukça önem verilmiştir. Atina’da Platon’un kurduğu akademinin kitaplığı da bunun en bariz örneklerindendir. Akademiyi yıktığı düşünülen Roma diktatörü Sulla, kitaplığı Roma’ya götürmüştür.
İslam dünyasının altın çağına bakacak olursak bu aydınlanmanın ilk adımı olarak görülen Beyt'ül Hikme’den bahsetmek yerinde olur. Önemli bilim ve kültür merkezlerinden biri olan Bağdat’ta Halife el-Me’mûn (813-833) tarafından kurulan “Hikmetler Evi”, öncesinde tercüme bürosu ve kütüphane olarak faaliyetlerine başlayıp zamanla bir kültür merkezi hâlini alır.
Gazzâlî, Hârizmî, Kindî, Câhiz gibi İslam dünyasının yüzlerce değerli âlimine ev sahipliği yapan Beyt'ül Hikme, 1258’de yaşanan Moğol istilasında Bağdat’taki diğer tüm kütüphanelerle birlikte yıkılır. Öyle ki Bağdat’ın kitaplarından gelen mürekkebin, atıldıkları Dicle Nehri’ni karattığı söylenir.
Orta Çağ, İslam dünyasının Altın Çağı olarak anıldığı için, Beyt'ül Hikme dışında pek çok önemli kütüphaneden de söz edebiliriz. Yine Bağdat’ta 1060 yılında kurulmuş olan Garsünni’me’nin kurduğu kütüphane ve Selçuklu’nun ünlü veziri Nizamülmülk’ün 1067’de kurduğu kütüphane oldukça önemlidir.
Osmanlı İmparatorluğu’nda ise saray kütüphanelerinin yanı sıra vakıf kütüphaneleri de dikkati çeker. Vezir, bey ve paşaların özel kitaplıklarından çevrilerek oluşturulan bu kütüphaneler genellikle eğitim kurumlarının bünyesinde olup erişimin oldukça kolay sağlandığı müstakil binalardan oluşur. 1884 yılına kadar devletin genelinde birçok eserin kaybolup yurt dışına çıkarıldığı görülünce kapsamlı bibliyografik çalışmalar yapılır. Çalışmalar sayesinde sadece İstanbul’da 69 kütüphane ve 83 koleksiyon bulunduğunu hazırlanan 40 ciltlik katalogdan öğreniriz. Anadolu’nun pek çok yeri de yine kitaptan ve kütüphaneden yoksun değildir. Özetle yaşadığımız coğrafya bir nevi kütüphanelerin annesi hüviyetindedir.