Kazuo Ishiguro: Hatırlamak her zaman iyi şeylere yol açmıyor

Kazuo Ishiguro.
Kazuo Ishiguro.

Bu söyleşi 6 Aralık 2017’de, Nobel Ödülü haftasında İshiguro’nun ‘Edebiyat Ödülü’ne layık görülmesi dolayısıyla Stokholm’de gerçekleştirilmiştir.

Nobel ödülü sizin için ne ifade ediyor?

Ekim ayına kadar bu ödül hep eşsiz ama oldukça yaşlı insanların kazandığını düşündüğüm bir şeydi. Benim kazanacağım bir ödül olduğunu düşünmüyordum. Bunu ödül konuşmamda da söyleyeceğim. Nobel Ödülleri’nin ne olduğunu öğrendiğimde Japonya’da küçük bir çocuktum. Çocukken annem bana ödülün ne demek olduğunu anlatmıştı. Ben de oradan hareketle Nobel Ödülü'nün, ödülü anlatan bir kitapçık olduğunu düşünmüştüm. Aklımda hep böyle kaldı. Bu ödül muhtemelen bir insanın hayatı boyunca kazanabileceği en önemli ödül.

Örnek bir insan olmak nasıl hissettiriyor?

Nobel’i hep yaşlı insanların aldığı bir ödül olarak düşünüyordum.
Nobel’i hep yaşlı insanların aldığı bir ödül olarak düşünüyordum.

Örnek birisi olunduğunun bilincinde olmak sağlıklı değil diye düşünüyorum. Eserlerim yayınlandığından ve tanındığımdan beri bir noktaya kadar bana sorumluluk yüklediğini hissediyorum. Gençlere ve çağdaş diğer yazarlara da örnek olmak gerekiyor. Nobel adayı olunca bu rolü daha da içselleştirdim. İnsanlara örnek olmaya ve halkın gözü önünde bir karakter olmaya alışmam gerekti. Artık yalnızca eserlerime ilgi duyan okurlara ait bir yazar değilim. Nobel adayı olarak daha farklı bir konumum var. Buna hâlâ alışmaya çalışıyorum. Çok titiz olmam gerektiğini de biliyorum çünkü adaylığım açıklandığından beri -iki aydır- her türlü teklifle karşılaştım: kampanyalar imzalamak ve alakam olmayan konularda tartışma programlarına katılmak gibi. Bu tekliflerin çoğu ekimden önce bana asla gelmezdi. Eski Nobel Ödülü kazananları beni bu konuda uyardı, dikkatli olmaya çalışıyorum. Nitelikli olmadığım platformlarda yüz göstermemin anlamı yok. Bu yalnızca benim için değil tüm dünya için önemli bir tavsiye. Bir konuda uzman olmayan insanların öyleymişçesine konuşmasını kimse istemiyor. Günümüz dünyasının bir sorunu bu. Bense bu konuda oldukça katı olmayı planlıyorum, yalnızca bilgi sahibi olduğum konularda konuşacağım.

Nobel Ödülünün önemi nedir sizce?

Örnek birisi olunduğunun bilincinde olmak sağlıklı değil diye düşünüyorum.
Örnek birisi olunduğunun bilincinde olmak sağlıklı değil diye düşünüyorum.

Dünyada birçok çeşit ödül var. Bence bir ödülün önemini ve onu ne kadar ciddiye aldığımızı belirleyen iki şey var. Ödülün kimin tarafından verildiği ve ödülü geçmişte alan kişiler. Ödüller artık tanıtım araçlarına döndü, şirketleri ya da insanları ünlü ediyorlar. Bazen de politik tarafları gizli ya da açık açık tanıtıyorlar. Bu tanıtım kültürüne alet olmamak için reddettiğim saygın ödüller oldu geçmişte. Ödüllerin teknik şeyler olduklarını, propagandaya alet edilebildiklerini, bazen oluşumlar şirketler ve yapıların reklamı için kullanıldıklarını göz önünde bulundurmalıyız. Bana ya da başkasına takdim edilmek istenen herhangi bir ödül olduğunda bu ödülü kimin verdiğini mutlaka düşünürüm. Ödülün ve ödülü veren insanların değerleriyle benim değerlerim uyuşuyor mu? Bu ödülü önceden alan insanlara saygı duyuyor muyum? İsveç Akademisi bana ulaştığında direkt çok onore olduğumu söyleyebildim, çünkü Nobel gerçekten saygı duyduğum bir oluşum, 1901’den beri Nobel Edebiyat Ödülü alan kişilere de çok saygı duyuyorum. Benim kahraman olarak gördüğüm insanlar var ödül alanlar arasında.

Nobel Ödülü dünyanın hayal dünyasını yakalamayı başarmış bir ödül. Bir tanıtım ürünü olmanın aksine insanlığın ve ulaşmaya çalıştığı her şeyin bir örneğini teşkil ediyor. Bu nadiren temsil edilebilir. Birçok saygıdeğer ödül var ama Nobel çıtayı yükseltiyor çünkü sadece başarılı olduğumuz alanlarla ilgili değil, barış ve toplumun huzuru hakkında yüce bir fikir var: İnsanların medeniyeti geliştirmesi. Bu çok yüksek bir ideal.

Hafıza, suçluluk ve yanılgı eserlerinizde tekrarlanan temalar. Niçin?

Kariyerimin başlarında geçmişle ve hatıralarıyla başa çıkmaya çalışan insanlar ilgimi çekiyordu. Orta ya da ileri yaşlı insanlar kurguluyordum. Bu insanlar kendileriyle gurur duyan tatmin olmuş insanlar ama yaşları ilerledikçe hayata karşı bakış açıları değişiyor. “Tüm değerlerim yanlışmış, yanlış şeyleri savunmuşum” diye düşünüyorlar. “Hayatımı boşa mı harcadım? Yanlış şeyleri savunup durdum hep doğru olduklarını düşünerek.” Bu beni etkileyen bir akış. Böyle düşünceler üzerine en az üç dört roman yazdım.

Bir yazar olarak yaşım ilerledikçe aynı sorunla toplumlara ve milletlere yönelik düşünmeye başladım. Bir millet ya da ülke, karanlık ve utanç verici geçmişiyle nasıl sınanır? Ne zaman bu geçmişi unutmak ve geleceğe odaklanmak gerekir? Bunu günümüzde de geçmişte de görüyoruz. Çatışmalar durmadan devam ediyor. Bu döngüyü kıramıyoruz da çünkü insanlar geçmişte yaşanan kötü şeyleri unutmuyor. Farklı jenerasyonlar yüzyıllar önce olmuş şeyler için savaşıyorlar. Yani hatırlamak her zaman iyi şeylere yol açmıyor.

Bir konuda uzman olmayan insanların öyleymişçesine konuşmasını kimse istemiyor. Günümüz dünyasının bir sorunu bu.
Bir konuda uzman olmayan insanların öyleymişçesine konuşmasını kimse istemiyor. Günümüz dünyasının bir sorunu bu.

Özellikle Avrupa, Amerika’da ve sanıyorum Japonya’da da hafızamızda bastırılan çok fazla kötü anı var. Toplum kendisinden memnun değil mesela ırkçılık ya da İkinci Dünya Savaşı’nda olanlar hakkında. Bu sorunlar çözülmemiş ve gerginliğe sebep oluyor. Amerika’da büyük bir kaos var geçmişte halledemedikleri Afro-Amerikalılarla ilgili. Avrupa zaten İkinci Dünya Savaşı’ndan beri gergin bir nüfusa sahip. İnsan hafızası ve millet hafızasının bu özelliği benim çok ilgimi çekiyor.

Yazı üslubunuz nelerden etkilendi? Ve bir de kimin için yazıyorsunuz?

Tür hakkında pek düşünmüyorum. Genelde dikkatle seçtiğim bir konuya tamamen odaklanırım çünkü çok fazla fikrim olmaz. Beş yılda birçok iyi bir fikrim olur gibi, o yüzden pek seçeneğim de olmuyor. Oturup da macera romanı mı yazayım ya da dönem romanı

Yazı üslubunuz nelerden etkilendi? Ve bir de kimin için yazıyorsunuz? Tür hakkında pek düşünmüyorum. Genelde dikkatle seçtiğim bir konuya tamamen odaklanırım çünkü çok fazla fikrim olmaz. Beş yılda birçok iyi bir fikrim olur gibi, o yüzden pek seçeneğim de olmuyor. Oturup da macera romanı mı yazayım ya da dönem romanı mı yazayım diye düşünmüyorum. Bağlamdan bağımsız bir fikrim oluyor. Ne zaman nerede geçeceğini düşünmüyorum. Belli bir sorunu olan bir insanın bu sorundan nasıl etkileneceğini düşünüyorum sadece. Çok soyut bir şey.

Tarihi yerlere ve farklı türlere bakıyorum, bu hikâyeyi nasıl bir bağlama sokabilirim diye. Bilim kurgu gibi olsun ya da dedektif hikâyesine benzesin diye düşünerek başlamıyorum yani işe. Aklımdaki fikri nasıl ifade edebileceksem öyle bir tarza yöneliyorum, eser bittikten sonra birisi okuyup da okuyucu gözüyle fantastik kurguya ya da bilim kurguya benzediğini söylüyor. Ben okuyucu gibi dışarıdan bakamıyorum. Arka bahçesinde bir uçak icat etmeye çalışan bir deli gibi onu uçurmak için her şeyi yapıyorum. Gidip bir yerlerden bir şeyler çalmak dahil. Uçağı uçurmak için her şey mübah. Ve sadece o uçtuktan sonra insanlar ona bakıp da ne tür olduğunu söyleyebiliyor.

Yazar olmaya ne zaman karar verdiniz?

Yazar olma hırsına yirmili yaşlarımın ortalarına kadar sahip olmadım. On beş yaşımdan itibaren şarkı sözü yazarı olmak istiyordum, odamda gitarımla şarkı sözleri yazdım. Geçen sene, 2016’da Nobel Edebiyat Ödülünü kazanan Bob Dylan’dan çok etkilenmiştim. 13 yaşındayken onun bir albümünü satın aldığımı hatırlıyorum. Albüm de hâlâ aklımda: John Wesley Harding. Kelimeleri gizemli şekillerde kullanarak yalnızca birkaç kelimeyle dünyalar yaratabileceğimi fark ettiğimde inanılmaz heyecanlanmıştım. Müzik ve şarkılar benim için önemini tabii ki kaybetmedi ama kelimelerin uyandırdığı heyecan ve onları kullanmanın farklı yolları bambaşkaydı. Bunu da 13 yaşında ilk Bob Dylan albümümü dinlediğimde fark etmiş oldum.

Sonra 1970’lerin edebiyatçıları diyebileceğimiz şarkıcı-söz yazarlarıyla ilgilenmeye başladım. Leonard Cohen benim için ayrıydı. Joni Mitchell, onun şarkılarını gitarla kendi kendime öğrendim. Tüm şarkı sözlerini ezbere biliyordum ve yüzden fazla şarkı sözü yazdım, arkadaşlarıma dinlettim hep. Bence bu benim kurgu yazarlığımın çıraklığı oldu. Yirmilerime gelince şarkı sözü yazmakla öykü yazmak arasında bir fark göremedim.