Kazancakis'in avucundaki toprak: Girit
Girit, Zeus ile Minos’un çocuklarının yaşadığı yer. Üzümbağlarıyla çevrilmiş, zeytin bahçeleriyle örülmüş ve limonkokulu rüzgârlarıyla nam salmış köpük köpük büyüyenbir Akdeniz. Ege’nin en güneyinde, sırtını yasladığıbu maviliğe saklanmış hırçın bir ada.
- "Bu adaya (Girit) her ayak basan sıcak ve iyilikle damarları saran, gizemli bir gücü fark eder, ruhunun büyüdüğünü hisseder" Nikos Kazancakis
Üç kıtaya da eşit uzaklıkta, kadim insanlık tarihine göre dünyanın merkezi sayılan ve "Mutlular Adası" olarak anılan Girit; Sicilya, Sardinya, Korsika ve Kıbrıs’la birlikte Akdeniz’in beş büyüğünden biri aynı zamanda. Varlığı, Atina-İstanbul arasında bir yerde, yakın ve uzak. Yunan uygarlığının içinde ama ondan ayrı, başka ve dışarda. 4 bin yıl önce adada hüküm süren dönemin parlak gücü Minos İmparatorluğu, dünya tarihinde bir ada üzerinde kurulmuş tek medeniyet olma hususiyetini taşıyor. Bilinen dünyanın en eskilerinden yani Giritliler.
Girit, binlerce yıllık imparatorluk geçmişine sahip olsa da 17. yüzyılda bir Osmanlı vilayeti olarak çok kültürlü karma bir toprak parçası olarak tarihi nöbetini yeniden devralmıştı.Nikos Kazancakis 1883’te burada, Osmanlı idaresindeki Kandiye şehrinde dünyaya gözlerini açtı. Ada yanıyordu o doğduğunda. Arka arkaya patlayan isyanlar, ailesini önce Atina’ya ardından Naxos (Nakşa) Adası’na göç ettirmişti. Atina’ya hukuk okumaya gittiğinde Girit sayfası kapanmıştı artık. Birkaç kez döndü doğduğu topraklara Kazancakis. Hayatının büyük bir kısmını Girit’in dışında geçirmişti aslında. Farklı şehirler, bitmeyen seyahatler ve başka ülkeler boyunca Girit’in toprağından "ayrı"ydı. Ama ne kalemi, ne ruhu, ne aklı, ne de kalbi Girit’ten ayrı değildi, nereye giderse gitsin yanında hep memleketini de götürecek kadar Giritliydi o. Hırçın ve asi tabiatına bağlı olduğu ülkesine ait bir avuç toprağı hep cebinde taşıyordu. Dost eliydi Girit ona, uzak bir sevdiceği ya da: "Bir parça Girit toprağını avucumun içinde yavaşça ve hırsla yoğuruyorum; bütün serseri dolaşmalarımda, bu toprağı her zaman yanımda bulundurur, büyük mücadelelerim sırasında kuvvetle kavrayıp sevdiğim bir dost eli gibi sıkardım." Kazancakis avucunda sıktığı o toprağın çocuğu oldu her zaman.
Kazancakis ilk eseri Yılan ve Zambak’ı (şiir) yazdığında yıl 1906’dır.
Dünya çapında tanınmasını sağlayacak Zorba’nın yayımlanmasına 40 koca yıl vardır. Bu 40 yıl boyunca Giritli Nicos olarak şu cümlenin içinde ikamet edecektir yazar: "Ruhumun tümü bir çığlık ve uğraşımın tümü bu çığlığı yorumlamak." Safi bir çığlık gibi imza attığı birbirinden çarpıcı romanlarının yanında, şair, seyyah, düşünür ve politikacı kimlikleriyle de bu çığlığı besleyecekti. "Giritli Bakışı"yla anlamaya çalıştığı bir dünya… Bu dünyaya doğru yazdığı kitaplarında Osmanlı idaresindeki Girit’in günlük hayat kültürünü, iklimini, dağını, taşını, güneşini, tarihini, isyanlarını, yağmurlarını ve kavgalarını anlatacaktır bize Kazancakis. Girit’ten hiç gitmemiş, her zerresiyle nöbetini beklemiştir sanki.
Uzaktaki sığınak
Girit’in tarihsel anlamdaki o başına buyruk, hırçın, asi hali, adanın -şehir/mekân bağlamında- kendine özgü bir kültüre, ayrı bir kimliğe ve hatta bir dile sahip olmasına yol açmıştır. Buradan kültürel tavra, orijinal bakışa ve yalıtılmış özgünlüğe giden bir yolun kapısı da aralanmıştır böylelikle. Kazancakis ölmeden kısa bir süre önce Fransız Radyosu’yla yaptığı röportajda memleketi hakkında şunları söylüyordu:
"Girit'i pitoresk, gülümseyen bir yer olarak görmüyorum. Şekli sadedir. Mücadeleler ve acılar tarafından karalanmış. Avrupa, Asya ve Afrika arasında yer alan ada, coğrafi konumu nedeniyle bu üç kıta arasında köprü olma yolundaydı. Bu nedenle Girit, Doğu'dan gelen medeniyetin şafağını Avrupa'da alan ilk yerdir. Yunan mucizesinden iki bin yıl önce, o gizemli sözde Ege medeniyeti Girit'te tam çiçek açmıştı- hâlâ dilsiz, hayat dolu, renklerle, incelikle ve zevkle sarsılan, şaşırtan ve uyandıran. Geçmişin izlerine meydan okumamız boşuna. Çok mücadele etmiş ve acı çekmiş eski topraklardan yayılan bir ışıltı, büyülü bir ışıltı olduğuna inanıyorum. Sanki bir toprak parçasında mücadele eden, ağlayan ve seven halkların ortadan kaybolmasından sonra bir şey kalmış gibi. Geçmiş zamanlardan gelen bu radyasyon özellikle Girit'te yoğun. Girit topraklarına ayak bastığınız anda size nüfuz eder. O zaman daha somut başka bir duygunun üstesinden gelirsiniz."
Girit, Kazancakis’in şehridir, doğduğu, kaçtığı, döndüğü, ayrıldığı, özlediği, kavuştuğu ve nihayet toprağına karıştığı yurdudur burası. Her hâliyle güzel, asi, özgür. Ömrü boyunca Girit’i anlatmış, Girit’ten yola çıkmış ve Giritçe bakmıştır hayata Nikos. Bazen güçlü Yunan prensiyle evlendirmek istediği nazlı bir gelin, bazen dünyaya meydan okuyan bir özgürlük savaşçısı, bazen de denizi seyretmekten başka işi olmayan küçük bir çocuktur onun zihninde Girit. Bazen fırtınaların ortasında başına buyruk bir sığınak, bazen de özgür ruhlu, soylu insanların yaşadığı bir "ütopyakent"tir.
Kazancakis, 1957 yılında vereme yakalandığı Almanya'nın Freiburg kentinde vefat ettiğinde, naaşı toprağına kavuşturulmak üzere Girit’e getirilse de aforoz edildiği Ortodoks Kilisesi ona şehir mezarlığında küçük bir yer vermeyi reddedecektir. Sevenleri kilisenin bu tavrına karşılık, Giritli Niko’yu doğduğu şehir Kandiye’yi çevreleyen Venedik surlarının kale burçlarından birinin altına defnederek, Girit’in yazarını, kendi kalbine, kendi kaderine mühürleyeceklerdir. Kazancakis, şehrin en yüksek tepesi olan Martinego'daki mütevazı mezarından ufuktaki maviliklere doğru bakıyordur artık, avucunda aşkla tutuğu memleket: "Şimdi Girit toprağını elimde tutuyor, anlatılması olanaksız bir tatlılık, yumuşaklık ve şükranla sevilen bir kadının göğsünü avucumun içinde sıkıp veda ediyormuş gibi kavrıyorum. Ben sonsuza dek bu bir parça toprağım artık, toprak olacağım; sen, Girit’in vahşi toprağı…"
Giritli Nicos’un mezar taşında yazdığıdır o hâlde: "Hiçbir şey ummuyorum / Hiçbir şeyden korkmuyorum / Özgürüm."