Kavvali şeklinde kalbini eritmek - 1
“Dünyada müzikten başka şeyler de var, şimdi ne olduklarını tam hatırlayamıyorum ama var.” Qawwali, şimdi ne olduğunu tam hatırlayamama hâlinde durur. Vecd, cezbe ya da trans diyebiliriz ona. Qawwali ile orada, bir noktada, bir şeye tutulmuşsunuzdur. O şey bir ses, bir heyecan veya bir histir. Evet, hissin icat edildiğini söylemek istiyorum. O icat, Qawwali ile dünyanın bir yerinde, bir gün ortaya çıktı.
Hiç Qawwali ile karşılaştınız mı? Bu karşılaşmada herhangi bir şey oldu mu? Olmadıysa bilmelisiniz ki; “Qawwali’yi duyar duymaz etkisine girenler” ile “bu etkiyi bir müddet sonra yaşayanlar” olarak dinleyicileri iki gruba ayırabiliriz. “Derin müptelalar”ın belirli bir aşinalıktan sonra “tutulanlar” olduğunu da belirtmek isterim. İlk grup yani “Qawwali’yi duyar duymaz etkisine girenler” ekibi; “anında çarpılanlar” olarak bilinirler ve en belirgin özellikleri sadakatleridir. Ancak şu da var ki, “kayıtsızlar” diye bir grup hiç ortaya çıkmamıştır. Bir gün, bir Qawwali sizi bulacaktır ve bu buluşma şimdiye kadar olmadıysa bu yazı dizisinin bunu yapmaktan başka ne niyeti olabilir?
Meşhur müzisyen Michael Brook, Real Word Records’ın yayımladığı bir röportajında “Qawali’yi anlamasanız da sadece dinleyerek Tanrı’ya daha yakın olursunuz ve bu büyüleyici bir şey.” der. Brook, Qawwali’nin sultanı Nusrat Fateh Ali Khan ile birlikte bir albüm yapmıştır. 20. yüzyılda gerçekleşen bu muhteşem müzik olayından bahsetmeden önce şunu bulmalıyız: “Nedir bu Qawwali?
Qawwali, modern sözlüklerde sufilerin müziği olarak geçer. Biraz daha ayrıntı verenleri ise çeşti sufilerinin müziği der. Qawwali’nin 13. yüzyılda ortaya çıktığı düşünülse de manevi temellerinin 10. yüzyılda Çeştiyye Tarikatı ile atıldığı kabul edilir. Sufilerin meşhurlarından Emir Hüsrev Dehlevi rivayetine göre: “Bir gün, bir zikir meclisinde sema etmektedir. Şeyhi yanına gelir ve Peygamberimizin ‘Ben kimin mevlâsı isem Ali de onun mevlâsıdır.’ kavlini söyle der ve Emir Hüsrev bunu öyle bir söyler ki, artık bu bilinen ilk Qawwali’dir.” Peki, bu Qawwali neyin nesidir? Bu neşe neyin neşesidir?
Erimenin uluslararasılaşması
Öncelikle görmemiz gereken burada büyük bir etkileşimlilik olduğudur. Çünkü “etkileşimlilik” “bir şey”den “bir şey” yapar ya da “çok şey”den “bir şey” yapar. Qawwali “çok şey”den yapılan “bir şey” değildir, o; “çok güzel şey”lerden yapılan “en güzel şey”dir. Belirli bir coğrafyada, belirli bir dinin birçok milletten mensuplarının birlikte ortaya çıkardığı, sonra da tüm dünya coğrafyalarında belirli bir ayrım gözetmeden herkesi etkisine alabilen “şey”dir.
Bu “etkileşimlilik” günün birinde şunu yapmıştır: “Dünyadaki herhangi bir kalbi; bir Müslümanın, bir sufinin, Qawwali’yi bilen ya da yapan değil, herhangi bir kalbi, Allah’a söylenen dizelerle bir erime duruma sabitleme. Bu duygunun uluslararasılaşmasıdır, bu sufiye ait bir deneyimin kamusallaşması.
İşin buraya gelişi klasik bir aforizma ile özetlenebilir: Şehre bir yabancı gelir ve her şey değişir. Peter Gabriel, şehre gelen yabancıdır. Böylece Batılı, Qawwali’yi keşfeder ve dünya artık bu kalp eritici müziğin etkisine açılır. Qawwali’nin dünyaya açılması Nusrat Fateh Ali Khan, Sabri Brothers, Aziz Mian gibi büyük üstatlar sayesinde olmuştur. Bu bir süreçtir ancak burada Peter ve Nusrat ilişkisi önemlidir. Peter sayesinde Nusrat, dolayısıyla da Qawwali bu kadar ünlü oldu denilebilir. Ancak bu durum; Nusrat’ın Nusrat olmasıyla ilgilidir.
Sabri Brother, Aziz Mian gibi daha birçok üstat ile Qawwali dünyaya açılmıştır. Ancak 1990’lı yıllar müzik literatüründe Nusrat’ın bir dizi konserleri, yabancılarla yaptığı albümleri ile Qawwali’nin altın yılları olarak geçer.