Kavga etmeyi gerektirecek kadar çok: Tuz
Uygarlık tarihi bakımından çok önemliolan bir mineraldir tuz. Başlangıçta sadeceyiyeceklerin lezzetini attırmak ve onlarısaklamak için kullanılsa da zaman içindesanayi, sağlık gibi pek çok alanda tüketilenbir madde durumuna gelmiştir. Peki, neoldu da dikkatimizi çekti tuz?
Hayvanların içinde tuz olan taşları yalamalarının, tuzlu kaynak sularını içmelerinin ve ölülerinin tuz kaynağı içinde bozulmamasının insanların dikkatini çektiği genel kabul olarak görülür. Tuzun üretilmeye başlanması ise 8.000 yıl önceye uzanır. Kaynaklara göre ilk defa Çin’de Xiechi Gölü’nden tuz üretilmeye başlanmıştır. Ayrıca Çin’de M.Ö. 7. yüzyılda tuzdan vergi alınmaya başlandığı da bilinmektedir. Mısırlılar ise M.Ö. 2800’lerde tuzlanmış balık ihraç ediyor ve ölülerinin gömerken yanlarına tuz da koyuyorlardı. Semavi dinlerin ilki olan Yahudilikte de tuz önem taşır. Talmud’da tuz, Tevrat'ı sembolize eder; dünya nasıl tuzsuz var olamazsa aynı şekilde Tevratsız da var olamaz. Kutsal kitapları Tevrat’ta ise "Bütün öğünlerinize tuz serpeceksiniz" ve "Rabbin önünde ebedi tuz ahdidir" gibi ifadeler yer alır. Hz. İsa’nın ise Dağ Vaazı’nda kendisine iman edenlere, havarilerine, "Yeryüzünün tuzu sizsiniz. Ama tuz tadını yitirirse, bir daha ona nasıl tuz tadı verilebilir? Artık dışarı atılıp ayakaltında çiğnenmekten başka işe yaramaz." dediği kabul edilir.
Tuz nasıl bozulmayı önlüyorsa, Hristiyanlar da dünyanın bozulmasını önleyecek, onu koruyacak ve temiz tutmak için çabalayacaktır. İslamiyet’e geldiğimizdeyse Hz. Muhammed'n (s.a.v) yemeğe tuz ile başlamayı öğütlediği kabul edilir. Diğer inanışlara baktığımızdaysa yine tuzun kutsal sayıldığını görmekteyiz. Örneğin Budizm’de tuzun, şeytan ruhunu kovduğuna inanılır. Şinto inancında ise tuz temizlenmek demektir. Günümüzde yansımasını sumo güreşlerinin yapıldığı alanın tuzlanmasıyla görmekteyiz.
Tuza, ekonomi ve siyaset çerçevesinden bakacak olursak oldukça şaşırtıcı bilgilerle karşılaşırız. Eski Yunan’da, Romalılarda, Çin’de ve Mayalarda tuzdan vergi alınarak ülke için gelir sağlanmaktaydı. Hatta bazen toplanan vergilerin neredeyse yarısına tekabül ediyordu. Sömürgeciliğiyle ün yapmış İngiltere ise Ortadoğu petrollerinden sonra Hindistan’ın tuzuna gözünü dikmişti. 17. yüzyıldan itibaren İngiltere sanayiinin hizmetine sunulan tuz, Hindistan için dayanılmaz bir hâl almaya başladı. 1930’da Mahatma Gandi önderliğinde, Tuz Yürüyüşü (Salt March) adını verdikleri sivil itaatsizlik eylemi gerçekleştirildi. Gandi törende, suç sayılmasına rağmen yerden bir avuç tuz topağı alıp, Tuz Kanunu’na uymadığını göstermiştir.
- Tuz çoğu zaman da para yerine kullanılacak kadar değerliydi.
Antik Yunan’da köleler tuz karşılığında satılmıştı. Ünlü gezgin Marco Polo, Tibet’te kralın siluetinin basılı olduğu tuz bloklarının para yerine kullanıldığını yazmıştır. Romalı askerlere verilen tuz ödeneği, Latince’den İngilizce’ye geçen tuz kelimesinin kökenini oluşturmuştur.
Kendi kültürümüzden birkaç örnek vermek gerekirse, "Bir gün tuz yediğin yere, bin gün selâm." atasözü tuza verilen önemi gösterir. Kutadgu Bilig eserinde Yusuf Has Hâcip, tuzu ekmeği bol ikram etmenin cömertlik, bunu yiyenlerin tuz ekmek hakkına riayet etmelerinin ise vefakârlık gereği olduğunu söyler. Anadolu’da hâlâ kullanılmakta olan tuz ekmek hakkı deyişi de buradan gelir. Mevlevî semâi yapılan odanın penceresinde ise tuz kabı bulunur ve bu pencereye "tuz penceresi" denirdi. Biraz daha sosyal hayata doğru dönük olan Ahilik ise "Her nesnenün tuzu vardır. Ahilik ve şeyhlik tuzı, ekmeği kazanup miskinlere yidürmekdür." sözüyle tuzun önemini bir kez daha hatırlatmıştır.
Unutulmamalıdır ki "Tuzdan leziz, sudan aziz bir şey yok gibidir."