Kara bir yıldızın yaşama refleksi: David Bowie
David Bowie, dokuzyaşındayken üvey abisisayesinde rock müzikle veedebiyatla tanışır. Manik depresifbir anne, paranoid şizofrenbir abi etrafında delirmemekiçin onu koruyacak bir çatıbulur kendine: müzik. Piyano,saksafon, gitar gibi enstrümanlarıçalmaya başlar. En etkilendiğikişi Elvis Presley'dir.
Liseyi bitirince kısa süre bir dükkânda çalışsa da yoluna müzikle devam eder. The Monkees grubundaki Davy Jones ile karıştırılmamak için David Robert Jones olan adını David Bowie olarak değiştirir. Yerel müzik gruplarına girse de oralarda uzun süre yapamaz, insan sayısının arttığı yerde uyumsuzluğu iyice belirginleşir. O, tek başına şarkı söylemek için vardır. Londra'da drama sanatları okur. Burada pandomimden dansa kadar pek çok eğitim alır.
İlk albümü The World of Bowie'yi çıkardığında yirmi yaşındadır ve beklediği ilgiyi yakalayamaz.
Sessiz filmde yaşayan Glam Rock Kralı
Bowie, ikinci albümü Space Oddity ile hak ettiği ilgiye kavuşur. Dünyada kalan bir astronotun hikâyesini anlatan şarkı, Bowie'nin isminin duyulmasını sağlar. Kubrick’in 2001: Bir Uzay Destanı filmi, Bowie’yi çok etkilemiştir. Filmi izledikten sonra Space Oddity'nin sözlerini yazar. Bu şarkıyla, İngiltere'deki müzik listelerine ilk sıralardan yerleşir.
1971’te çıkarttığı Hunky Dory albümüyle dinleyici kitlesini genişletir. Bu albümdeki şarkıların hepsi adeta şiirdir. Kült şarkılarından Mars on Life ve benim çok sevdiğim Quicksand şarkısı da bu albümde yer alır. Bowie, deneyseldir, yeniliklerden hiçbir zaman kaçınmaz. Hunky Dory’e baktığımızda tarzları birbirinden farklı şarkılar görürüz. Ama Bowie tezatları öyle güzel harmanlar ki, uyumsuzluğun uyumunu yakalayarak, müzik tarihindeki en iyi albümlerden birini yapar. Böylece yetmişli yılların müziğini şekillendirir. Glam rock tarzını bağarıyla uygulayışı, saçları, kıyafetleri, makyajı, bütünüyle bir idol olur. The Rise and Fall of Ziggy Stardust and the Spiders from Mars albümüyle birlikte starlıktan süper starlığa yükselir. Artık taklit edilemeyecek kadar özgündür.
Göç, kurtuluş, Berlin yılları
Bowie, uyuşturucu bağımlılığı yüzünden zor günler geçirmeye başlar. Uyuşturucudan ve biraz da şöhretten kaçmak için eşi Angela ile beraber önce İsviçre'ye daha sonra Fransa'ya gider. Sonunda yakın arkadaşı Iggy Pop'un da ısrarıyla Berlin'e yerleşir. Burada bir rock yıldızı gibi değil, bir göçmen gibi yaşar. Ağırlıklı olarak Türklerin yaşadığı Schoneberg bölgesinde ufak bir ev alır. Burası onun müzik stüdyosu olur. Bowie, hayatının en üretken dönemini Berlin’de yaşar.
Peş peşe üç albüm yapar: Low, Heroes ve Lodger. Berlin Üçlemesi, Bowie için yeni bir yaşamın başladığının ispatıdır adeta.
Özellikle Heroes, hayatı boyunca yaptığı en iyi albümlerden biridir. Bowie, bu üç albüm için söyle der: "Eğer başka bir albüm yapmamış olsaydım, hiç fark etmezdi. Tüm varlığım bu üçün içinde. Onlar benim DNA'm."
Ölümü toplayan kardeşlik
Hayatındaki en önemli insan olan üvey abisi Terry, ruh hastalıkları hastanesine yatırıldığında, onu yerlerde kıvranırken gören Bowie, çok etkilenir. Ona ilham olan kişi, gözlerinin önünde kayboluyordur. Terry, tren raylarına kendini bırakıp intihar ettiğinde Bowie kendisini suçlar, bir süre kabuğuna çekilir. Jump They Say şarkısını bu süreçte yapar. Birine inanmak lazımdır gerçekten, ama abisinin David’e bile inanacak gücü kalmamıştır. Geriye raylardan toplanan bir ölüm kalır.