Kahve, motorsiklet ve yağmur Ho Amca'nın ülkesi: Vietnam
Hindiçin Yarımadası’nın doğusunda kıyıyı kaplayacak şekilde dar bir hat üzerinde uzanan popüler bir ülke; Vietnam. (Nam-Viet, yani Güney Viet) Resmi adıyla da söyleyecek olursak; Vietnam Sosyalist Cumhuriyeti. Popüler, çünkü bir ülkenin adı, bir savaşın adıyla özdeşleşerek 1960’larla birlikte hem dünya solunun hem de insanlık tarihinin hafızasına kazınmıştı.
Vietnam’ı, bu politik tarihsel arka planını görmeden anlamak bir hayli zor. Asya’nın bu küçük ülkesinin tarihi; savaşlar, sömürüler ve mücadelelerle yazılmış kanlı, zorlu ve elbette destansı yılların uzun bir özeti gibidir. Vietnamlılar, özgür vatan topraklarını savunmak için önce Çin, ardından Fransız ve Japonlar, son olarak da Amerikalılarla savaşmak zorunda kalarak bağımsızlıklarını elde etmişlerdir. Bu anlamda sömürgecileriyle uzlaşmama tavırları ve verdikleri bitimsiz özgürlük mücadeleleriyle saygı duyulacak onurlu bir halk olarak anılıyorlar her zaman. Dünya onları emperyalizme direnen yoksul çaresiz köylüler olarak tanıdı ama binlerce Amerikan askerini saklandıkları ormanlara çekip avlayarak, insanlık suçu işlenerek kullanılan kimyasal silahlara ve sayıları yüz binleri bulan ek emperyalist kuvvetlere rağmen bile asla yılmayarak vatanlarını korudular. Bu yüzden boğucu globalizmin etkisine rağmen Vietnam’ın hâlâ bir ruhu var.
Vietnam, 1970’lerin ikinci yarısından itibaren savaşın travmalarını atlatmaya ve yaralarını sarmaya başlayarak, uzak Asya’da adeta yeniden kurulan bir ülke hüviyetiyle arzı endam etmiştir. 4 bin yıllık köklü geçmişe ve kadim bir kültüre sahip olması, yeniden inşa sürecini kolaylaştıran faktörler arasındadır. Defalarca sarsılmış ama her seferinde yeniden ayağa kalkmayı başarmıştır.
Günaydın Vietnam
Nemli muson kuşağında yer alan ve tropikal iklimiyle bilinen Vietnam’ın şiirlere konu olacak kadar uzun serin yağmurları var. Bir zamanlar turuncu ajan isimli öldürücü kimyasallarla zehirlenen gökyüzünün koridorlarında, artık yıl boyunca ılık ve sıcak bir hava dolaşıyor yalnızca. Sert ayazların tadını bilmeyen toprakları, verimli ve bereketli. Bir tarım ülkesi burası, yol boyunca dizilmiş pirinç tarlalarından da belli oluyor zaten bu hayati ekonominin anlamı. Kahvesi de en az yağmurları kadar güzel. Brezilya’dan sonra dünyanın en büyük ikinci kahve üreticisi Vietnam. Robusta (Arabica ile birlikte en çok kullanılan çekirdek cinsi) kahve üretiminde ise dünya birincisi. Bir yerli Starbucks'ları da var üstelik, ülkenin en meşhur kahve zinciri Highlands Coffee, Vietnam genelinde birçok şubeye sahip.
Kalabalık, dinamik ve hareketli bir şehir olan eski başkent Saygon, yeni adıyla ise Ho Chi Minh. Şehir, halkı emperyalistlere karşı örgütleyen Vietnam Ulusal Hareketi’nin liderinin adını taşıyor. Ho Chi Minh, halk arasında Ho Amca olarak anılan ve çok sevilen bir kurtarıcı kahraman. Mevcut başkent Hanoi ise Saygon kadar olmasa da yine kaotik yapıya sahip bir şehir. Yalnızca bu iki şehri görmek için bile Vietnam’a gidilebilir. Çılgın motorcuların istilasıyla kolektif bir keşmekeşe dönüşen caddeleri, renkli çarşıları ve ilginç mimarileriyle Saygon ve Hanoi, Vietnam’ın kalbini oluşturan iki ana atar damar gibi adeta. Hanoi’de Kiem Gölü, Eski Şehir, Edebiyat Tapınağı, Saygon’da ise; Cu Chi Tünelleri, Savaş Müzesi ve Notre Dame Katedrali, görülmeye değer güzellikler arasında. Bir zamanlar koynunda korsanları saklayan, zümrüt yeşili bir denizin içinde; mağaralar, adalar ve tahta evlerle örülü ejderhaların denize indiği yer anlamına gelen meşhur körfez Halong Bay ile motorsuz sokakları, mimarisi ve tarihi dokusuyla Hoi An’ı da ziyaret etmek gerekir. Hanedanlık döneminin kadim başkenti festivaller şehri Hue ile âşık olmadan geri dönmenin zor olduğu doğal güzellikler cenneti Ninh Binh, keşfetmeyi sevenler için sürprizlerle dolu iki gizemli şehir. Saygon ve Hanoi ile anlam bulan bakışlarınızı, Hue ve Ninh Binh ile derinleştirebilmek mümkün. Vietnam’a kadar gitmişken; en sevilen içeceğin yani Kokonat suyunun tadına bakmadan ve ülkenin milli yemeği sayılan Pho çorbasını kaşıklamadan dönmek olmaz.
Bir köşe başında oturup, yerel bambu liflerini örerek yaptıkları sivri şapkalarını çıkarmadan sessizce etrafı izleyen yaşlı Vietnamlılarla ballı-zencefilli bir yeşil çay ya da nefis bir Vietnam kahvesi eşliğinde sohbet ederek, şehrin yağmurlarına karışabilirsiniz. Ya da Amerikalılara bir sendrom hediye ederek onları ülkelerinden kovan, çekik gözlü, güler yüzlü, sıcakkanlı insanların yüzlerine bakarak, inanmış bir halkın asla yenilmeyeceğine dair inancınızı yine yeniden tazeleyebilirsiniz. Belki o anda Muhammed Ali’nin kariyeri pahasına söylediği o söz çınlar kulaklarınızda:
“Benim Vietkonglularla bir sorunum yok!”
Amerikalıların, başkent Saygon’u, CIA binasının üzerine inen bir helikoptere binerek arkalarına bakmadan terk ettikleri o müthiş an’ın fotoğrafına tekrar bakıyorum. Apocalypse Now filmini (ne filmdi ama!) hatırlıyorum sonra. Vietnam’a bir bilet lütfen!