Kahkaha bir tepki değil, bir katkıdır!: Bay Vonnegut
Her yıkım yeni bir ‘inşa’nın başlangıcı şüphesiz. Yeni bir insanın da... Bunun için yıkıma tanık olmanız gerekiyor. Ama bunun için de o sihirli kelimeye ihtiyacımız var yine: gençlik! O büyük küçüklük olmayınca inşaya da güç yetmiyor elbette. Bir halının silkelenmesi gibi yahut Hiroşima'ya atılan bombanın animasyonlarında gösterildiği gibi bir silme harekâtına, Dresden'e şahitlik edince ortaya çıktı aslında Kurt Vonnegut. O yıkımdan, önce büyük bir yazar, sonra Mezbaha No: 5 çıktı işte. İroninin has dehası yani. Yapılabilecek tek şeyin dalga geçmek olduğunu fark eden yazar.
- "Elimden geldiğinde kenarlarda durmak istiyorum. Kenardayken ortadan göremeyeceğiniz bir sürü şeyi görürsünüz."
Kıvırcık saçları, gözlerinin altındaki derin yorgunluk torbaları ve bir yazardan çok emekli bir sinema oyuncusuna benzeyen ve elbette artık işe yaramayan bir felsefe profesörü görünüşüne bakmamak lazım. Amerikan karşıt kültürünün klasiği hâline gelen romanlarıyla, özellikle 70'li yıllar Amerikan öğrencilerinin idolü hâline geldi Vonnegut. Neredeyse bütün Amerikalı öğrencilerin mavi kot pantolonlarının arka ceplerinde onun kitapları vardı. Ve giderek bütün yeryüzü gençlerinin… Çünkü modern şaşkınlık, bütün modernlerin ceplerindeydi.
Alman asıllı Amerikalı bir ailenin en küçük oğlu olarak 1922'de Indianapolis'te doğdu. O doğduğunda dünya bir savaştan çıkmış ve başka yeni bir savaşa hazırlanıyordu. İçinde sanat duygusunun var olduğu bir ailede doğması şüphesiz katkılar sundu ona yolunu çizmesi konusunda. Fakat yaralar da açtı şüphesiz. Lisede yazmaya başladı. Üniversiteye gitti, terk etti. 20’li yaşlarının başıboşluğu sürerken annesinin intiharı ölümle ilk karşılaşmaydı. “Ölüm gelir, ölüm duygusuna karşı saygısız.”
1943 yılında üniversiteden ayrılıp kendi isteğiyle 'gönüllü olarak' Amerikan Ordusu'na yazıldı. Kısa süre sonra Avrupa'ya, savaşın tam kalbine gönderildi. Birliği yenildi ve o birkaç arkadaşıyla birlikte savaş hattında kayboldu. Ardından esir düştü. Dresden'e gönderildi. Kaderine yeraltı sığınaklarında çalışmak düştü. Görevi, daha sonra "tam bir sanat eseriydi" diye anacağı Dresden yıkımından yara bile almadan kurtulmasını sağladı. Yukarıda çocuklar ve kadınlar bile öldü. Hastaneler ve ibadethaneler bile yıkıldı. Nefret ve intikam bile köreldi. Yukarıda her şey sessiz...
Savaştan sonra evlendi. Chicago'da bir süre bir sürü işte çalıştı. Sonra üniversite için yüksek lisans tezini bitirdi. Tezi, kurulda savundu. Oy birliğiyle reddedildi. Ahir ömründe roman, senaryo, hikâye, oyun ve daha bir sürü başka şey yazan bu adam görünen dünyaya, yani kabul edilmiş çılgınlığa çevirmişti gözlerini. Anlamın kundaklandığı yerde, herkesin makul davranışındaki çılgınlığa itiraz etti. “Sırf bazılarımız okuma yazma biliyor ve biraz da matematikten anlıyor diye evreni fethetmeye hakkımız yok” diyordu mesela, bütün Amerikalılar adına.
Bir sürü işten sonra savaşın bedeninde değilse de ruhunda açtığı yaraları ancak yazarak kapatabileceğini fark etmiş olmalı ki ilk kitabı Otomatik Piyano'yu 1952'de yayınladı. Cesur Yeni Dünya'nın ilhamıyla yayınlanan bu ilk roman, ütopik bir hicivdi. Otomatik Piyano'yu, 1959'da Titan'ın Sirenleri ve 1961'de Gece Ana izledi. Vonnegut, şahit olduğu dünyadan intikam alıyordu ki 1963'te daha sonraları lise edebiyat derslerinde de okutulacak olan ilk büyük romanı Kedi Beşiği'ni yayınladı. Kedi Beşiği, daha önce kendisini oy birliğiyle reddeden üniversite kurulunun çağrısıyla yüksek lisans tezi sayılacaktı. Kahkaha benden yana.
Kedi Beşiği'nden sonra Vonnegut, büyük yankılar uyandıran ve bilimkurgu yazarı etiketini de yıkan olağanüstü şok edici bir kitapla okuyucularının karşısına çıktı. Mezbaha No: 5, 1965'te yayınlandığında yazarını da artık Amerikan edebiyatının büyük yazarları listesine dâhil etmiş oldu. Kısa sürede "çok satanlar" listelerinde bir numaraya oturan kitap, yazarını da kült bir yazar haline getirdi. O kadar ki kitap, Vietnam Savaşı muhalifleri için de ilham kaynağı oldu. Etrafında büyük yankılar uyandırırken bazı kütüphane ve okullarsa "şiddet sahneleri" yüzünden kitabı yasaklı kabul etti.
Dresden'den getirdiği Mezbaha No: 5 yayınlandıktan sonra Vonnegut, tartışmaların gölgesinde ağır bir depresyon sürecine girdi. Öyle bir yankı dünya edebiyatında her kitaba nasip olmuyor nihayetinde. Ve artık kitap yazmayacağını söyledi Vonnegut. Romanlardan kaçış. Camus’nün saçmasına koşuş. Ve oyun yazarlığı hevesi. O sıralar pek çok şey geçti başından. Bir intihar girişimi, bir boşanma, bir yeniden evlenme. Başka kitaplar. Ve başka tekrar yazarlığı bırakma ilanı.
Bu işleri bıraktıktan sonra In These Times'da makaleler yazdı. Politik şeyler. Evet, kurgu cambazıydı. Evet dili iyi kullanıyordu. Evet, ironi, evet mizah. Evet katı ve acımasız bir dünyanın içine doğdu. O dünyayı eleştirebilmek için absürt mizahtan başka seçeneği yoktu ve onu kullandı. Evet. Alkışlarken adaletten de sapmayalım ama. Affına sığınırım sevgili okur. Ama Amerikan'ın vicdan çöpçüsü iyi bir kurgu yazarından daha fazlası değildi Vonnegut. Sonra ne mi oldu? O kadar savaş atlatmış, o kadar esirlik görmüş adam yaşlılığa yenildi. 2007'deki ölümünden bir hafta önce düşüp kafasını çarptı.