İstanbul'un janti abisi: Metin Kaçan
İnsan doğduğu yer gibi yaşar ve ölür.Hayat sizi nereye ve hangi biçimlerdesürüklemiş olursa olsun bir gün gelirve dünyaya doğduğunuz yer gibi tepkivermeye başladığınızı fark edersiniz.Şahsiyetinizin değiştiğini, o günlerin artıkgeride kaldığını düşünseniz de doğduğunuzevin ve mahallenizin kaderini, dertlerini,tavırlarını üzerinizde taşıdığınızı anlarsınız.İbn-i Haldun’un "coğrafya kaderdir" cümlesihep haklı çıkar.
Evet coğrafya kaderdir; asansörsüz apartmanlar, diz çöktüğünüz sofralar, sigortasız çalışılan merdiven altı imalathaneler, dövülüp bir kenara atıldığı leş kokan sokaklar insanın kaderidir. Ve biz kadere iman etmiş insanlarız, bir gün bile rahat nefes aldırmayan kadere gülümseyen, doğduğumuz evi bir ömür boyu sırtımızda taşıyacağımız için pek de havaya girmeyen ama günü gelince de dünyaya söyleyecek iki çift sözü olan insanlarız. Şimdilik susalım.
Beyoğlu’nda Dolapdere ile İstiklal Caddesi’nin arasına sıkışıp kalmış karanlık, gizemli ve bir o kadar da renkli bir rüyadır Tarlabaşı. Eski Rum evleriyle çevrili, birçoğu artık kullanılamayan ya da kentsel dönüşüm sebebiyle boşaltılmış mekânların ev sahipliği yaptığı tehlikeli bir masal. Şehrin karantina merkezidir Tarlabaşı, görülmeyen duvarlarla çevrilidir, ışıltılı ve lüks hayatın hemen yanı başında durur ama o hayata karışmaya bir türlü gücü yetmez.
Dünyanın her yerinden gelip burada toplanmış sert garibanlar yaşar Tarlabaşı’nda.
Kapı önünde bekletilenler, Türkçesiyle dalga geçilenler, canı döner çekince "o paraya bütün tavuk alırım" diyenler, uyuşturucu ve insan tacirlerine dokunmadan evine dönmeye çalışanlar, kolay yoldan para bulacağı günü köşe başında bekleyip arka cebinde fiyakalı bir sustalıyla dolaşanlar. Kimsenin dönüp bakmadığı, hâlini hatırını sormadığı, toplumun öteki dediği tiplerin öz yurdudur Tarlabaşı.
Tarlabaşı’nı ve ötekilerin yaşam sürdüğü birçok mekânı en iyi anlatan romancı Metin Kaçan’dır. Bu ustalığı onu Türk edebiyatında farklı bir noktaya taşımıştır.
Çünkü Metin Kaçan o mahallenin çocuğudur, ünlü eseri Ağır Roman’da bahsettiği Kolera’nın yani Tarlabaşı’nın çocuğudur.
Gençliği bu semtte, Dolapdere’de, Kasımpaşa’da geçer. Araba tamirciliği, marangozluk, demircilik yapar. Rivayet odur ki 16 yaşında bir çete kurar ve arkadaşları ölünce o da edebiyata yönelir.
İyi bir gözlemci ve hakkı hâlâ teslim edilememiş bir kalemdir Metin Kaçan. Tutunamayanları, kenara atılanları "Orada öyle bir yaşam var ve bunu anlatmak lazım" diyerek kendine has üslubuyla ve tüm gerçekliğiyle anlatır. Bu gerçeklik dönemin edebiyat kamusunu rahatsız eder çünkü Kaçan’ın gerçekliğe tuttuğu aynadan yansıyanlar son derece sert, gerçek ve acımasızdır. Doğan Hızlan, Metin Kaçan için: "Yaşadığını yazan değil, yazdığını yaşayan biri" der ve onun bu sahici anlatımını takdir eder.
Peki Kaçan’ı başarılı kılan şey neydi? Elbette ki kullanmış olduğu dil ve anlatım biçimi. Usta romancı o güne kadar Türk Edebiyatı’nda hiç yapılmamış bir şeyi yaptı ve sokağın sert gerçekliğini romanlarına ustaca dahil etti. O güne kadar İstanbul’un sokak hayatını, bitirimhanelerini, düşkün yuvalarını anlatan sayısız yazar vardı fakat hiçbiri sokağın argosunu onun gibi ustaca kullanamadı. Argoyu ve imgeleri bir potada eriterek, estetik olan ve olmayan arasındaki sınırı kaldırdı. Sert, kışkırtıcı ve kaba olayları gülünç ve normal olarak anlatmayı başararak yeni bir dil inşa etti.
Kullandığı yerel dili anlatıcının dili hâline getiren ve bu sebeple eleştirilere maruz kalan Metin Kaçan’ın açtığı yolda yürümek isteyen edebiyatçılar da oldu fakat hiçbiri onun gibi başarılı olamadı. Ya aşırıya kaçıp okuru ittiler ya da argo sözlüklerden öğrendiklerini kelimeleri ürünlerine monte etmeye çalışıp sahicilik sınavında sınıfta kaldılar. Dil öğrenilen bir şeydir fakat aynı zamanda da dil yaşayan ve yurttaşlık bekleyen bir olgudur. Nişantaşı kafelerinde, deniz manzaralı evlerde büyüyüp sokağın diline "bütünüyle" hâkim olunamayacağını söyleyebiliriz. Metin Kaçan o sokak dilinin vatandaşıydı ve her gün yeniden o dili yaşamakla mükellefti. Kaçan kullandığı dil ve başarısız taklitçileri için şunu söyler:
Argoda karşımdakini dilsiz bırakırım. Edebiyatın ve medyanın şişirdiği tipleri masadan ağlatıp kaçırırım.
Usta romancının İstanbul’unda sadece Müslümanlar değil, Ermeniler ve Süryaniler de dolaşır. İstanbul’un çürüttüğü aileyi, ailedeki ahlâkı ve toplumu eleştirir. Yeni Çağ’da insanın akılla bütün sorunları çözebileceği, dünyayı kusursuz bir yer hâline getirebileceği sanrısıyla dalga geçer. Soyut ve somutun, madde ve maneviyatın iç içe geçtiği Fındık Sekiz isimli romanında şehrin insanında baş gösteren manevi boşluğu ve bu boşluğun insanı sürüklediği uçurumları işaret eder.
"Kentin maskesini sıyırdım, gördüğümü yazdım" diyen Kaçan’ın anlattığı İstanbul’da umuda ve aydınlığa dair bir şeyler bulmak oldukça güç. Bu umutsuzluk ve karamsarlık yazarın hayatına da sirayet eder ve talihsizlikler bir türlü peşini bırakmaz. Artık neden yazmıyorsun diyenlere şu cevabı verir: "Adalet sistemini, edebiyat ve medyayı hiç affetmeyeceğim. Yazmamamın asıl sebebi bu"
6 Ocak 2013’te Boğaz Köprüsü’nden atlayan Metin Kaçan bizleri affetmeden sırlanır. Mekânı inşallah cennet olmuştur.