İskender Pala: Yazarın sorumluluğu uyandırmaktır
Türk edebiyatının önemli isimlerindenİskender Pala ile birçok kadim şehirde geçenve üç semavi dinin izlerini taşıyan sonromanı Abum Rabum hakkında Skyroadokuyucuları için bir söyleşi gerçekleştirdik.
Öncelikle yeni kitabınız "Abum Rabum" hayırlı olsun. "Abum Rabum" polisiye bir roman. Niçin bu türü tercih ettiniz?
Ortadoğu’daki insanlık dramı, Kudüs’ün siyasi çözüm bekleyen statüsü, doğu-batı çatışmasının temellendirilmesi ve tarihi eser kaçakçılığının boyutlarını ancak bir polisiyede anlatabilirdim. Daha evvel Katre-i Matem ile bir Osmanlı polisiyesi tecrübesi edinmiştim. Bu defa bir casus hikâyesi ve gizli örgütler arasında bir operasyon şeklinde yazmayı tercih ettim. Okuyucu, yalnızca dört günde geçen olaylar zinciri arasına dolaşacak ve sayfalar arasına serpiştirilmiş fikirleri okuyunca bir şeylerin farkına varacak; olup biten bir şeylerin.
Romanınızın yazım aşamasından ve hazırlığından bahseder misiniz? Oldukça araştırma yaptığınız da görülüyor. Ne kadar sürede tamamladınız?
Ben her romanımı yaklaşık 2500 saatte yazabiliyorum. Bunun için günde on saat çalışıyorum. Bir yıl boyunca yalnızca bu işi yaparak ve bütün algılarımı yazdığım konuya yönelterek üstelik. Yılın başından itibaren birkaç ay yalnızca okuyorum, okuyorum, okuyorum… Romanın başından sonuna bütün bölümleri zihnimde oluşasıya kadar okumalarıma devam ediyorum. Sonra iki ayda yazıyorum. Bu iki ay bir daktilo işçisinin çalışması, hazır malzemeyi kâğıda dökmek gibi geçiyor. Sonra yazdıklarımı aylar boyunca defalarca yeniden okuyor ve yeniden yazıyorum. Dil yönünden, üslup yönünden, bilgi yönünden, anlatım yönünden, kurgu yönünden…
Roma, Kudüs ve İstanbul yani İslamiyet, Hıristiyanlık ve Yahudilik ekseninde geçiyor hikâye… Dan Brown’ın Başlangıç’ı da üç dini içeriyordu. Bu tesadüf bize yeni bir dinler arası savaşı mı hatırlatmalı? Üç semavi din ve üç kadim şehir. Neden?
Ben sanat toplum içindir anlayışını benimseyenlerdenim. O yüzden her romanımı topluma bir şeyler katacak şekilde düzenlemeye çalışıyorum. Bu romanımda bir uyanışın ipuçlarını vermeye çalıştım. Dan Brown’ın kitabını okudum. Dinler arasındaki bağlamı farklı açılardan ele almışız. Abum Rabum’un heyecan odağı Ortadoğu’da oluşturuldu. Okuyucu Abum Rabum’un sayfaları arasında Ortadoğu’da olup bitenlere, bunca kanın neden aktığına, Kudüs meselesinin nerede düğümlendiğine, dinler arası çatışmalara, doğu ile batı medeniyetlerinin kodlamalarına, algı operasyonlarına uyanacak ve meseleleri farklı bir açıdan değerlendirebilecek. Romanın omurgasını üç semavi dine öncül sayılan Hanif akidesi ve Hz. İbrahim oluşturuyor. CIA, Mossad ve MİT ajanları Hz. İbrahim’in ayak izlerinde nefes nefese bir kovalamaca yaşarken bir yandan da Sümerleri, Babil’i, Hz. İbrahim’i ve bugünkü yaşananların o günlere dayanan sebep ve anlayış ilişkilerini görmüş oluyor.
Bu durumda Abum Rabum’a Ortadoğu’ya dair bir roman da diyebiliriz. Siyasal dönüşümlere, sosyolojiye ve sanat tarihine dair birçok şey var çünkü romanınızda.
Haklısınız. Bence dünya ve özellikle de yüreğinde Ortadoğu’yu bir sancı olarak taşıyan bizler Ortadoğu’nun tarihini ve sosyolojisini iyi tahlil etmeden orayı çözemez, problemlerini gideremeyiz. Ortadoğu’da olup bitenler birkaç yönlü denkleme benzer. İsrail’in bölgedeki politikası, dünyanın su veya petrol kavgası, tarih zengini bir bölgedeki tarihi eser yağması… Bunlar eski veya eskimiş sebeplerdir. Şimdi bunlara yenileri ilave olunuyor.
Bu hesapların arasında bakışlarımızı Kudüs’e çevirirsek…
Kudüs her üç semavi din için önemlidir. Müslümanlar için Kudüs yalnızca Efendimiz Muhammed Mustafa dolayısıyla değil bütün peygamberler ve hassaten Hz. İbrahim dolayısıyla bir kutsal emanettir.
Bunun için her daim bir barış şehridir.
Hıristiyan dünyaya göre Kudüs Hz. İsa’nın doğduğu şehirdir, o kadar. Hatta batının zihin gerisi, Hz. İsa’yı Filistinli gibi görmek istemez. Hz. İsa’nın şimdiki Filistinliler gibi giyindiğini bir türlü içine sindiremez mesela. Bu yüzden Kudüs Ortadoğu’da değil de söz gelimi Amerika’da yahut İngiltere’de yer alıyor olsaydı daha fazla sahip çıkabilirdi.Yahudilere gelince. Onlar Kudüs’te Davut krallığını yeniden kurmayı dini bir vecibe olarak görür, konuya bir insan hakları davası değil bir iman meselesi olarak bakarlar.
Anladım hocam, gerçekten de bu konuda çok çalışmaya ihtiyaç var. Şimdi tekrar romana dönelim. Bugünlerde okurun elinden düşürmediği Abum Rabum’un sinematografik bir yönü de var. Bir yönetmen romanınızı sinemaya aktarma teklifiyle gelse ne düşünürsünüz?
Yalnızca bir sinema filmi değil, birkaç bölümlük bir dizi... Bunun için bir ön anlaşma yaptık.
Mehmet Eroğlu söyle demişti: "İyi roman nedir? İyi roman her şeyden önce sabit bir fikir ya da yıkıcı bir sorudur." İskender Pala külliyatının yıkıcı bir sorusu mutlaka vardır ama bunu size sorma cüretini göstersek neler söylersiniz bize?
Münevver, aydın yahut entelektüel kavramına çok çeşitli tanımlar ve anlamlar yüklenebilir. Ben bu kavramın içini dolduran erdemi, bilgi üretmek, toplumu kalkındırmak, şekillendirmek gibi amaçlardan farklı olarak "uyandırmak" biçiminde anlamak istiyorum. Entüllektüelin sorumluluğu "uyandırmak"tır. Özellikle eğlence çağında insanların öğrenmeye uyanmaları çok daha önemlidir. Eğlenmeye para, emek ve zaman ayıran insanın maalesef öğrenmeye bir emeği, zamanı veya parası kalmıyor. Roman ise eğlence biçimlerinin en asilidir. Okuyucunun eğlenirken bir şeyler öğrenmesi benim romanlarımın ana gayesidir. Bir yandan casuslar kıran kırana mücadele ederken diğer yandan meseleleri tartışır, iyisini kötüsünü söylerler. Bunun için naçizane ben de bütün romanlarımda ya bir meselenin, ya bir kişinin peşine düşerek okuyucuyu kavramaya, yıkıcı soruyu onun zihninde oluşturmaya çalışırım.