İnsanın kadim hali
Bundan kısa bir zaman öncesinde on beş, yirmili yaşlarındaki insanların bazı sıfatları vardı: Genç gibi, delikanlı gibi. Her biri üzerine düşünüldüğünde insana bir kıymet atfeden sıfatlar. “Genç” Türkçe “genişlemek”, genleşmekle aynı kökten, büyüyen manasında... Farsçada ise hazine demek. Delikanlı da bir canlılık, hareket ve hayata katılma ifade ediyor. Bugün ise aynı yaş grubunun tek sıfatı var: Z kuşağı. Amerika’da bir derginin okuyucularına sorduğu milenyumdan sonra doğan nesle ne ad verilsin sorusuna dergi okuyucularının cevabı olarak ortaya çıkan bir kavram “Z kuşağı”.
Z kuşağının ayırıcı vasfının “dijital yerlilik” olduğu söyleniyor. Dijital yerlilik; bilgisayar-internet-sosyal medya vs. gibi teknolojilerin içine doğmak demek. Babalarımız onu sonradan öğrendi. Z kuşağı diye vasıflandıran nesil ise doğduğundan beri bunları biliyor. Bir kuşağın teknik ve teknoloji ile ilişkisi onda ontolojik bir fark yaratır mı? Z kuşağı ayrımı o kadar güçlü yapılıyor ki neredeyse insan türünde evrimsel bir sıçrama yaşandığını düşüneceğiz. Teknoloji ile kurulan ilişkinin bu denli vurgulanmasını kapitalist süreçlerle ve teknolojiden başka iftihar edecek pek bir şeyi bulunmayan bir medeniyetin kriziyle değerlendirmeliyiz. Z kuşağı kavramı, yeni neslin kapitalizme itiraz üreten 20. yüzyıl ideolojileriyle bağını kopartmak için, o itirazları demode gösterecek parlak bir sıfat olarak kurgulanmıştır. Nesillerle bağını yitirmiş yeni bir varlık… Ben insanın bırakın böyle on yıllık, yirmi yıllık sürelerde bin yıllarda bile değişmediğini düşünüyorum. Daha doğrusu antik metinleri, antropolojik çalışmaları okudukça bunu görüyorum. Birkaç örnek üzerinden gidelim.
Aşkın En Güzel Tarihi çeşitli disiplinlerin uzmanlarına sorulmuş sorulardan oluşan bir röportaj kitabı. Bir tıp doktoruna meselenin hormonal boyutu sorulmuş ya da Roma uzmanına, Antik Yunan uzmanına tarihsel boyutu vs. Orada moderatör antropoloğa çok güzel bir soru soruyor: “İnsan kalıntılarından somut olarak bildiğimiz ilk sevgi işareti nedir?” Antropolog da elli bin yıl öncesine tarihlenen bir kalıntıdan bahsediyor: küçük bir bebek mezarı. Bebeğin ailesi bebeği toprağa verirken onu ve mezarını nadir rastlanan taşlarla, teleklerle, boncuk benzeri şeylerle süslemiş. Ona derin sevgisini ve bağlılığını bu şekilde ifade etmişler. Onun ölümünü güzelleştirerek. Bu, bugün de yaptığımız bir şey değil mi? Mezarlarımıza çiçekler ekleriz. Mezar taşlarımızın bir mimarisi vardır. Birkaç yıl önce bir akrabam vefat etti, bir gün mezara gittiğimde gördüm ki annesi mezarın mermerine yeşil bir boyayla, yaptırabildiği kadarıyla amatörce bir hat çizdirmiş, o hattın etrafına kırmızı bir boyayla da çiçek desenleri yaptırmış. Şimdi elli bin yıl önceki anne ile bunları yapan anne arasında bir fark var mı? İkisi de ölümü güzelleştiriyor, ikisi de acılarını, merhametlerini çok benzer tavırlarla sergiliyor. Eski Mısır’dan bir aşk şiirine bakalım bir de. Talat Sait Halman’ın hazırladığı Eski Mısır’dan Şiirler adlı kitaptan. Beş bin yıllık bir metin:
- senin o tatlı soluğunu
- sindiriyorum içime
- eşsiz güzelliğini
- seyrediyorum her gün
- kuzey rüzgarlarında duymaya
- can atıyorum sesini
- seni seve seve gençleşsin
- diyorum bedenim
- ruhumu okşayan ellerini
- ver bana, ellerini tutarak
- yaşasam diyorum
- adım düşmesin dilimden
- sonsuzluğa kadar
Mısırlı âşığımızı aşk duygusu tabiata sevk etmiş, sonsuzluğu arzulatmış ve bedenin inceliklerine taşımış. Beş bin yıl içindeki onca nesle karşın değişen bir şey yok. Aşk bugün de aynı. Üstelik bu beş bin yıldaki değişimler insan hayatını şu an yaşadıklarımızdan daha az etkilemediler. Eksen Çağı’ndaki kırılmalar, felsefenin icadı, dinlerin etkinliği, yerleşik düzene geçişin yaygınlaşması, devletlerin giderek merkezileşmesi ve etki gücünün artışı… Bütün bunlar elimize tutuşturulan telefonlar kadar derinden etkiledi insanları.
Nesiller arası fark elbette her zaman vurgulandı. Sümer tabletlerinde “Bu gençlik nereye gidiyor?” diye sorulur. Aristoteles “Bugünlerde gençler kontrolden çıkmış durumda. Kaba bir şekilde yemek yiyorlar. Yetişkinlere karşı saygısızlar. Ebeveynlerine karşı çıkıyorlar ve öğretmenleri sinirlendiriyorlar.” diye şikâyet ediyordu gençlerden. Hesiodos ise daha derin bir korku içindeydi: “Günümüzün gençleri öyle umursamaz ki ileride ülke yönetimini ele alacaklarını düşündükçe umutsuzluğa kapılıyorum. Bizlere, büyüklere karşı saygılı olmayı, ağırbaşlı davranmayı öğretmişlerdi. Şimdiki gençler kurallara boş veriyorlar. Çok duyarsızlar ve beklemesini bilmiyorlar.”
Bu itirazlar toplumun akışını mümkün kılan ortalama ahlakın devamlılığı için gerekliydi. Ve toplumsal norm nasıl aktarıldıysa bu itirazlar da aktarıla geldi. Bugün yepyeni bir olgu karşısındayız. Farkın geçmiş nesil tarafından üretildiği ve olumlandığı bir durum var karşımızda. Bu tabloyu değiştirebilecek olan ise yine “Z Kuşağı”. Boyunlarındaki künyeyi umursamayıp kadim olanla ilişki kurarak başarabilirler bunu ancak.