İddiasız, yalın ve şiir gibi sessiz: Şam

Şam
Şam

Çoğu şehre gezmek için gidilir. Şam ise sürekli geri dönüş yurdudur. Yaklaşık on iki yıldır ayrı düştük ondan. İçerden ve dışardan arsızca saldırdılar ona. Kasyun Dağı’ndan inen gün ışığı beyaz güvercinlerin topuklarında yıldızlaşmıyordu nicedir. Barada akmayı bile unutmuştu. Muhiddin-i Arabi utançtan yan yatmış, Selahaddin-i Eyyubi’nin mezarı terlemişti. Bir kere Şam’a girip de Mevlana’nın Şems ile burada karşılaştıktan sonra bilgi evreninden aşk katına yükseldiğini duyan için Feyruz’un sesi daha bir anlam bulurdu. Nizar Kabbani’nin aşk şiirleri insan boyunda kol kola yürürdü. Şam gül kokusuyla limon yeşilinin, ekmek buğusuyla güneşin güvercin misali kuğurmasının sembolüydü. İddiasız, fakat yalın, şiir fakat sessizdi.

Emevi Camii (Umayyad Cami).
Emevi Camii (Umayyad Cami).

Şam’ı; Arap, Kürt ve Türk duyuşu kuvvet olup yaratmış, Akdeniz köpüğüyle ayaklarını ovup, dar sokakların arasında birbirini bilerek kaybeden sevgililerin şevkiyle akşamdan sabaha hayat olmuştu. Hamidiye Çarşısı’nı kesen sokaklar, geçmişten gelen bir yaşam inceliğinin duraklarında her an sürprizler sunardı. Navhara Kahvesi’ne bir akşam serinliğinde oturduğunuzda bir tahta kurulmuşçasına geçmişten hikâye devşiren meddahları dinler çaya hürmet ederdiniz. Emevi Camii’nin avlusunda çıplak ayakla gezerken Bizans’tan miras mozaik yaprakları bakışınızı Roma’ya kadar taşırdınız. İstanbul ve Şam arasında hiç kurumayan bir memba suyunun şırıltısını duyardınız. Şam, İstanbul’a hep aşkla yanıktı.

Şam’a gelmek, sebebini bilmediğiniz ve vaktiyle görülmüş rüyaların bir tekrarını yaşıyormuş duygusuna kapılmanız boşuna değildi. Çünkü Şam, tam olarak bir şeye benzemediği gibi bütünüyle bilinmezliğin yumağı da olmazdı. Sadelik, Şam’ın mutlak özgüveninin çiçeklenişiydi. Şam’ı özlemek daha siz içindeyken köklenirdi. Akşam inip de gece basınca gökyüzünün laciverti artar, bir esenlik tülü çatıların üstüne kadar inerdi. Olur da mutfağını Şam lezzetleriyle doldurmuş eski medreselerden bozma bir restoranda bulursanız kendinizi, buz gibi buğulu, nane ve limonun serin karışımında sürprizlere dalardınız. Şam şenliğin sükûnetiydi.

Bir tatlı şehridir ayrıca Şam ve burada kurabiyeden lokuma, baklavadan kadayıfa, hayatı tatta arama ülküsü hiç dinmez. Şam’da türlü türlü tatlıların kendi aralarında konuştukları özel bir dil bile vardır. Ya fildişi? O özel bir tona özellikle bürünür burada. Fildişi ile süslenmiş bir sehpa sonsuzluk mozaiği gibi durur önünüzde. Başka bir şey vardır ayrıca Şam’da. Osmanlı bir model, minyatür bir mekân idealini en çok burada yaşatır. Süleymaniye Külliyesi şekli oluşun mekân duyuruşlarıyla örülüdür. Ne hazindir ki Osmanlı’nın son padişahı Vahdettin de burada yatar. Kim bilir belki de toplumlar da düştükleri yerden doğrulurlar!

Şam, Suriye'nin başkentidir.
Şam, Suriye'nin başkentidir.

Feyruz onlarca yıl boyunca Şam’ın sesini dünyaya duyurdu. Adonis ise onun genç ve istekli yürüyüşünün şiirini çattı. Şam, sokaklarında tam kaybolmak üzereyken bizi başka bir umuda çıkaran, her gittiğimizde dönüş vaktini kurduğumuz, vaktin saatle değil kalple duyulduğu özel ve bitmeyen bir içleniş. Şimdi ona dönüş vakti. Aşkla.

Yorumunuzu yazın, tartışmaya katılın!

YORUMLAR
Sırala :

Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım