İddiasız sakinlik ya da yaşamanın bir yolu: Bratislava

Bratislava.
Bratislava.

Kim ne derse desin Slovakya isminin kendisine has bir cazibesi var. Eğer bir gün Estergon Kalesi’ni tam karşıdan görmek için Slovakya topraklarına geçer de önünüzde akan Tuna’ya bakarsanız, bu ülkenin su tarafından doğrulduğuna bir kez daha inanırsınız.

 Bratislava.
Bratislava.

Tuna, içinden geçtiği her şehre başka bir şevk verir ama Bratislava’da onu koluna takarak ilerler. Viyana ve Budapeşte onu unutmasınlar diye sürekli selamını taşır. Sanki bu hâliyle ona yönelecek her türlü tehdidin önlemini de alır. Bratislava, Kosice ile beraber Slovakya’yı ülke yapar, lakin başrolde her zaman Bratislava vardır. Bu rolü anlamak için de Avusturya ve Macaristan’ı göz önünde tutmakta yarar var çünkü aynı anda iki ülkeye komşu nadir başkentlerden birisidir Bratislava. Ve sanki bir sebeple Viyana ve Budapeşte’den bunalanlar bu sakin şehre sığınırlar. Bir kış mevsimi parlak güneşin ışıkları altında Viyana’dan bindiğim trenle ilk kez karşılaştığım Bratislava bana da böylesi bir duygu vermişti. Kış burada da kış, su burada da su, tarih burada da tarihti fakat iddiasız sakinlik Bratislava’nın ruhuna sinmişti. Bir güzel sonbahar gününe rastlayan ikinci ziyaretimde ise daha başka renklerle karşılaştım. Öyle bıraktığım gibi duruyordu. Gerçi Avrupa Birliği sonrasında yeni dikilen binalar onun bu kimliğine hafiften dokunur gibiydi fakat şimdilik şehrin yarım milyonu bulmayan nüfusuyla her şey dengeleniyordu.

Bratislava’da ilk elden yapılacak iş Bratislava Kalesi’ne tırmanmaktır. Tuna’nın yaygın ve mağrur akışını yukarıdan izlerken şehrin mimari dağılışını gözlemek mümkün. Vaktiyle Kral konutu olarak da kullanılan kale aynı zamanda ulusal müze ve mütevazı Slovakya tarihinin izleriyle bezeli. Burada rüzgâr sizi oyalamaya yeltenirse aldanmayıp aşağıya, güzel geçitlerin, zarif kafelerin, sessizliğin ve el sanatlarının çağrısına kulak vermelidir.

Hlavnê Nâmestie Meydanı.
Hlavnê Nâmestie Meydanı.

Micheal’in Geçidi ile karşılaştığınızda Ortaçağ siz selamlarsa şaşırmayın. Kapı fikrinin böylesi bir forma bürünmesi sizi etkileyecektir. Hlavnê Nâmestie Meydanı'na vardığınızda gözlerinizi kapatarak etrafınızda bir daire çizin. Duyduğunuz her şey buraya aittir ve Bratislava’nın dingin ruhunu yansıtmaktadır. Burada hiçbir şey için acele etmeye gerek yoktur. Yürüye yürüye gezdikçe mavinin açık tonuyla çiçek açmış Aziz Elisabeth Kilisesi’ni bulursunuz. Sanki bir marifetli çiçekçi demetlemiştir onu. Taç giyme törenlerinin sıklıkla yapıldığı Aziz Martin Katedrali’ni ararken Çalışan Adam Heykeli bütün muzipliği ile ayaklarınızın önünde beliriverir. Sanki yerden çıkıp hayatın coşkusuna katılma isteğini simgeler bu heykel. Hele Napolyon Ordusu’nun Heykeli ile göz göze geldiğinizde şehirde esprinin genel bir iklim olduğuna iyice inanırsınız. Heykeller bilinçle ve sanat endişesiyle yayılır dört bir yana. Andersen ile Schone Naci birbirleriyle bu yüzden çelişmezler.

Çalışan Adam Heykeli.
Çalışan Adam Heykeli.

Bir kış şehri olan Bratsilava’ya yolunuz yazın düşerse eğer Roland Çeşmesi mutlaka sizi kendine çekecektir. Dileyen, nehrin öteki yanına geçmek için Apollo Köprüsünü kullanabilir ama, bu yeni zaman geçiti herkesi sevindirmeyebilir. Vakti olanlar Devin Kalesi’ne kadar gidip Slovakya’yı daha ayrıntısıyla yaşayabilirler.

Festivaller ve el sanatları Bratislava’ya kendi karakterini vermeye çalışır. Drink in Galery Andy veya Old Market Hall’u ziyaret ederek midenize dair merakları giderebilirsiniz. Fakat, Bratislava’nın farkı, her mevsim kendisine has renklere bürünen huzurlu ve iddiasız sakinliğinde gizlidir. Bir gün içinde rahatlıkla şehri tanıyabilirsiniz fakat içinizdeki derin yaşama isteği ve kabaran hayata bağlılık duygusunu asıl telkin eden odur. Ayrıca, su, yeşillik ve mimari kuş sesleri arasında ayrı bir müzik kazanır Bratislava’da. Bratislava Orta Avrupa’dan bir göz kırpmasıyla kaçırılmış mini bir güzelliktir.