Günahları bağışlayan itiraftır rahip değil: Baudrillard
Baudrillard bir memur çocuğuydu. Sorbonne Üniversitesi'nde Almanca okumuş, ailesinde üniversiteye gitmiş ilk kişi aynı zamanda. Mezun olduktan sonra bir süre eğitim kurumlarında Almanca öğretmiş, Almanca öğrettiği bu dönemde sosyoloji üzerine doktora tezine de devam etmişti. 1966'da başlığı "Thèse de troisième cycle: Le Système des objets" olan bir doktora tezini bitirmişti. Gençlik yıllarında yapısal Marksizm ve medya teorileri ile ilgilendi. 1972'de aynı üniversitede sosyoloji profesörü oldu. Baudrillard barok müzikten hoşlanırdı; en sevdiği besteci de Claudio Monteverdi'ydi. Rock da dinliyordu. Yazılarını eski daktilosunu kullanarak yazardı. Bilgisayar kullanmazdı. Bilgisayarın kullanışsız ve karmaşık bir daktilo türü olduğunu düşünüyordu.
İki kez evlendi. İlk eşi Lucile’den iki çocuğu oldu. 1970 yılında ilk evliliğini yaptığı sırada, profesör olarak çalıştığı Nanterre'e gelen 25 yaşındaki Marine Dupuis ile tanıştı. Marine daha sonra medya sanat yönetmeni oldu. 1994 yılında 65 yaşındayken evlendiler. 2005'te kanser teşhisi konan Baudrillard, Paris, Rue Sainte-Beuve'deki evinde iki yıl boyunca hastalıkla mücadele etti ve 77 yaşında öldü.
Baudrillard yaşadığımız modern zamana dair keskin ve ufuk açıcı tespitleriyle Batı kamuoyunda muteber bir yere sahiptir. Düşünceleri hem akademik çalışmalara hem de entelektüel yönelimlere yön vermiştir. O dünyanın gerçeklikten koptuğunu bir simülasyon evreninde yaratılan yeni bir gerçeklikle yaşadığımızı ileri sürmüştü. Onun betimlediği dünyada artık her kavram ekranlardan akmakta, insanlar teknolojinin onlara sağladığı bu rahatlık sayesinde herhangi bir şeyi derinlemesine düşünememektedir ve iletişimi sağlamak adına yaratılan cansız kitle iletişim araçları kendilerine yüklenen işlevden yani aracı olma konumundan çıkıp bağımsız bir kendilik hâline gelmiştir. Birey ise bu durumu çaresizlik içinde izlemektedir; her şeyin farkındadır, fakat rahatlığından da taviz vermek istememektedir. Bu simülasyon, belirsizliğin ve çelişkilerin çağıdır. Belirsizliği ve çelişkileri anlamak için hiçbir ölçüt yoktur artık.
Vaaz verenler kendi seslerine aşıktır. Yaşadığımız modern ekonomik ilişkiler de kendi insanlarını üreterek yeni bir tanıma vardı. Hepimizin nihai tanımı tüketici olmakta belirginleşiyor. Kapitalizmin bu yeni mamul insan modeli de anlamaktan çok anlatmaya hevesli. Baudrillard bu dönüşümü fark etmiş ve insan ilişkilerinin artık bir maliyet meselesi olduğunu sadece hayat mücadelesinden (survivor) ibaret olan gündelik yaşantının sanata ve düşünceye yabancılaşacağını ve nihayet anlam krizinin atomize olmuş modern toplumu bir pandemi gibi saracağını düşünmüş ve bu düşüncelerini defalarca tekrar etmiştir.
İradesini bilgisayarlara teslim eden canlılar olarak hayatlarımıza devam ediyoruz. Sadece bizden önce görülmüş, onaylanmış ve bize sunulmuş olanı görmeye muktediriz. Vahşetler karşısında mumyaları kıskandıracak kadar edilgeniz. Oysa Baudrillard’a göre insanın özü başka acılarla ortaklık kurduğu zeminde belirir. Günümüz dünyası ise acıda değil performansta kendini konumlandırır. Bireylere hitap eden bir özelleştirme ideolojisi hakimdir. “Fazla kazan, fazla çalış, çok gez her şeyi deneyimle, mükemmel görün” diyen bir ideoloji bu. Popüler ideoloji kişisel gelişimdir artık.
Balıklara suni teneffüs yapmak… Baudrillard’ın simülasyonunda insanın anlam arayışı tam olarak buna benzer. Gerçi enformatik toplumda doğru da lüks hâle geldiği için bireylerin arayış içinde olması da zordur. Sadece bir yıldaki elektronik posta trafiği yaklaşık 1 milyar GB. Yani ezelden beri insanlığın ürettiği enformasyondan yüzde 20 daha fazla. Bu korkunç istatistiğin oluşturduğu dijital sisler insanın yalnız sapıtmasına sebep olmaktadır. Amerika’nın falanca eyaletindeki hava durumunu bilmek çocuk seslerinin gönlümüze yağdırdığı kardan haberdar olmamızı engellemektedir.
İnsanın muhayyilesi okula gitmez. Normatif değildir. En büyük devrimcidir. Akışkan modern dünya sürekli bir devrim hâlindedir bu ise esas devrimi imkânsız kılar. İnsanın hayal dünyasını baltalar. Teknoloji ve reklamlar devrimi istismar eder. Devrimin anlamını boşaltır. Hayal dünyamızı hadım eder. Baudrillard bu durumu kusursuz cinayet olarak adlandırır.
Elinde çekiç olan her şeyde bir çivi görebilir. Elinde akıllı telefon olansa her şeyde bir play tuşu görür. Hayatlarımızı yaşamayız oyuna dahil oluruz. Ölüm demodedir. Ekranda “Game Over” efekti belirene kadar gerçek kendini göstermeyecektir. Baudrillard yaşasaydı muhtemelen benimle hemfikir olurdu.