Göklerin altındaki şehir: Balasagun

Balasagun
Balasagun

Kutadgu Bilig’in müellifi Yusuf Has Hâcib’in ruhu, doğduğu yerde, Balasagun’da dolaşırken, kitabından bir işaretin göğe yükseldiğine şahit olur zaman; “Bu kitabı yazan Balasagun şehrinden takva sahibi bir kişidir. Fakat eserini Kaşgar ilinde tamamlayıp Meşrik meliki Tavgaç Buğra Han huzuruna sunmuştur.” Bilinmezliğin ufkunda, Issık Göl’ün masmavi rüyasına komşu bir şehir görünmüştür işte ufukta, Balasagun’dur adı. Göktürk’ün çadırından, Uygur’un hatırasından, Karahanlı’nın tahtından kopup gelen o kadim çağrının yankısı.

Balasagun’dur adı: Göktürk’ün çadırından, Uygur’un hatırasından, Karahanlı’nın tahtından kopup gelen o kadim çağrının yankısı.
Balasagun’dur adı: Göktürk’ün çadırından, Uygur’un hatırasından, Karahanlı’nın tahtından kopup gelen o kadim çağrının yankısı.

Ceyhun’dan Altay’a uzanan coğrafyanın bozkır rüzgârı, burada kelama döküldü, kaleme sarıldı. Türk’ün, ilmiyle hükmettiği, edebiyle parladığı bir ulu yurt oldu Balasagun. Issız bozkırda, vakur surlarıyla devleşen, yolları tüccarların izleriyle dolup taşan, zamanın ve kaderin düğümlendiği o mukaddes şehir. Hâcib’in ilim içün gittiği Kaşgar ilinde, bir Kaşgarlı Mahmud vardır ki, şöyle diyecektir o da; “Zülkarneyn, Semerkand’ı geçip Türk ülkesine yöneldiği sıralarda Türklerin çok kuvvetli ve büyük ordusu olan Şu adında genç bir hakanları vardı. Balasagun yakınında Şu Kalesi’ni bu açmış ve bu yaptırmıştı. Her gün Balasagun’daki sarayının önünde beyler için üç yüz altmış nöbet davulu vurulurdu. Hakan Şu’ya Zülkarneyn’in yaklaştığı haber verilmiş, ‘Emriniz nedir? Savaş mı edelim, ne buyurursunuz?’ demişler. Hâlbuki hakan, Hocend ırmağının kenarına karakol kurarak Zülkarneyn’in geçtiğini haber vermek için kırk tarhanı gözcü göndermişti...”

Balasagun, Türkistan’ın kalbinde parlayan bir yıldızdı. Kökleri, Orhun Yazıtları’na, dalları İslam’ın ilim irfanına uzanan ulu bir çınardı. Karahanlılar onu başkent eyledi, kervan yollarını ona bağladı. Dört kapılı şehir kurulduğunda, kuzeyin sert rüzgârları, güneyin zümrüt ovalarıyla buluşmuş, doğudan batıya uzanan yollar, devrin mührünü taşımıştı. Bilginlerin, şairlerin, kadim medeniyetlerin soluğu Balasagun’da yankılandı. Bir sabah, Ceyhun’un ötesinden, Tanrı Dağları’nın doruklarından, Yedi Su’nun derin vadilerinden kalkan atlılar şehrin kapılarına dayandığında, Balasagun yeniden doğuşa hazırdı. Kılıçların ve kelamın şehriydi burası. Kalemle fethedilen, sözle mühürlenen bir diyar. Kendi ilmini, kendi tarihini, kendi yolunu inşa edenlerin yurdu.

Hakikatin gölgesi, Balasagun’un Mirası

Balasagun, sadece taş duvarların, kemerli kapıların, surlarla çevrili meydanların adı değildi. O, bilginin ve hikmetin şehriydi. Onu ölümsüz kılan ise bir kitabın satırlarında yankılanan hakikatti. Yusuf Has Hacib, bu topraklarda yazdı “Kutadgu Bilig”i. Balasagun’un sokaklarında yankılanan ahengin, bozkır rüzgârına karışan hikmetin destanıydı bu. Devletin adaletle kaim olduğunu, ilmin göğü aydınlattığını, bilginin saltanattan yüce olduğunu haykıran bir mirastı. Türk’ün irfanını, doğunun hikmetini, batının aklıyla yoğurup çağları aşan bir eser bıraktı Balasagun.

Balasagun, sadece taş duvarların, kemerli kapıların, surlarla çevrili meydanların adı değildi. O, bilginin ve hikmetin şehriydi.
Balasagun, sadece taş duvarların, kemerli kapıların, surlarla çevrili meydanların adı değildi. O, bilginin ve hikmetin şehriydi.

Ve her şehir gibi uzun bir rüyadan sonra Balasagun da zamana yenik düştü. Kervan yolları sustu, pazarları tenhalaştı, ilim ehli başka diyarlara göçtü. Moğol ordularının demir yumruğu şehre indiğinde, sokakları sessiz bir fısıltıyla inledi. Ama Balasagun, taş duvarlarının ardında, yıkılmış saraylarında, toprak altına gömülmüş sokaklarında hâlâ bir şarkı yankılanıyor. Eski Türk hakanlarının, Karahanlı bilginlerinin ve Yusuf Has Hacib’in sesi rüzgârla birlikte göğe yükseliyor.

Artık Kırgız bozkırlarında bir zamanların ihtişamlı başkentinden geriye yalnızca Burana Kulesi kaldı. Bir minarenin gölgesine sığınmış hatıralar, taşların arasına sinmiş hikâyeler ve unutulmaz bir medeniyetin şarkısı. Unutulmuş zamanların derinliklerinde, Tanrı Dağları'nın eteğinde bir şehir parlıyordu. Bozkırın ve bilginin çocuğu Balasagun. Yüzyıllar boyunca hanların adını taşıdı, bilginlerin kalemine sığındı, göçebelerin ayak izleriyle yoğruldu. Rüzgâr onun duvarlarında kadim fısıltıları dolaştırdı, yıldızlar gecelerine yol gösterdi. Balasagun, Türkistan’ın kilidi, Asya’nın ilim güneşi, kervan yollarının suskun muhafızı. Taştan, kelamdan ve medeniyetten yapıldı. Dört kapısı, dört yöne açıldı. Rüzgâr kuzeyden estiğinde akıncılar yetişti, güneyin sıcak nefesi pazarlarında yankılandı, doğudan ilim aktı, batıdan hüküm geldi.

Zamanın ilmek ilmek ördüğü şehir, Karahanlıların altın başkentiydi. Türkçenin bayrağı burada dalgalandı, Kutadgu Bilig’in satırları burada döküldü. Yusuf Has Hacib, bu sokaklarda hikmetin izini sürdü. Adaletin, bilginin, devletin ne olduğunu anlatan kelimeler burada doğdu. Zaman, Balasagun’un kaderini de mühürledi, yollar tükendi. Ve Temuçin’in uğursuzları geldi, ilim göç etti, pazarlar boşaldı. Moğol atlarının tozu, taş duvarlarının üzerine çöktü. Bir zamanlar göğe yükselen minareler, medreseler, saraylar toprağa karıştı. Ama rüzgâr hâlâ eski şarkıları söylüyor.

Bir medeniyet nişanı Balasagun, bugün Bişkek ile Issık Gölü arasındaki Çu Nehri Vadisi’nde elinde kılıçlarıyla uyuyan eski bir savaşçı gibi, yine de varlığıyla nöbetini tutuyor. Üstünde yüzyılların yorgunluğu var, ruhu yaralanmış, hatıraları bile silinmek üzere belki. Kırgız bozkırlarında, Balasagun’dan geriye bir kule kaldı: Burana. Bir zamanlar ezanların yankılandığı, hakanların gölgesinde ilim erbabının toplandığı o kadim şehrin son hatırası. Uzun uzun bakıyorum Burana’ya. Sessizlik Kulesi burası. Göğe merdiven eylemiş boyu kısalsa da, heybetinden hiçbir şey kaybetmemiş. Burana’ya biraz daha dikkatli bakarsan, taşlarından sızan o asırlık hikâyelerini bile duyabilirsin. Toprağın altında uyuyan rüyalarını ve gökyüzüne uzanan dualarını da elbette. Balasagun’dur adı, göklerin altındaki şehir. Her şeyin burada başladığını ve nöbetinin hiç bitmediğini bilir. Balasagun’dur adı.

Yorumunuzu yazın, tartışmaya katılın!

YORUMLAR
Sırala :

Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım