Gerçeğin üstü ve başımıza gelenler: Rene Margitte
René François Ghislain Magritte, 21 Kasım 1898’deBelçika’nın Fransızca konuşulan Valon bölgesinde küçükbir kasaba olan Lessines’de dünyaya geldi. Magritte’inbabası Léopold tekstil tüccarlığı, annesi Régina isetuhafiyecilik işiyle uğraşıyordu. 1904 yılında Sambre Irmağıüzerindeki Châtelet kasabasında küçük bir eve taşınanaile, mali durumunu düzelttikten sonra daha büyük bireve yerleşti. Aynı yıl resim dersleri almaya başlayanMagritte, kısa süre sonra tüm sanat hayatında sık sıkizlerini görebileceğimiz bir felaket yaşadı. Uzun zamandırdepresyonla mücadele eden annesi 24 Şubat 1912’deevlerinin yakınındaki köprüden atlayarak intihar etti.Régina’nın bedeni ancak on dokuz gün sonra bulunabildi.
- Magritte Ailesi
- "Beni başka bir boyutta tutan bir referans noktam var. Bunun, çocukluğumda keşfettiğim sanat büyüsü olduğunu söyleyebilirim."
Sanatsal Arayışlar
"Bir gizem duygusu var; yabancı ülkelerin gizemi, derin denizlerin gizemi -bilinmeyenin gizemi. Tabii bir de bilinendeki gizem…"
Annesini kaybettikten sonra liseye başlayan Magritte, 1914 yılındaki Alman işgalinden sonra okulu bıraktı. 1914- 1918 savaşı sırasında resim eğitimi almak için Brüksel'deki Académie Royale des Beaux-Arts'a kaydoldu. Savaşın beraberinden getirdiği sansür nedeniyle ilham alacak büyük sanat koleksiyonlarına erişimin sınırlı olması Magritte’i yayıncıların broşürlerine, fotoğraflara, kartpostallara ve her türlü reprodüksiyona yönlendirmişti. Bu sayede ilk resimlerini Empresyonist, Fütürist ve Kübist türlerde yaptı. 1920’li yılların başında maddi zorluklarla boğuşan Magritte, Brüksel’deki Peters-Lacroix duvar kâğıdı fabrikasında tasarımcı olarak işe başladı. 1922 civarında Magritte, siyah beyaz bir fotoğrafta Gerçeküstücü ressam Giorgio de Chirico’nun tablosu The Song of Love’ı (Aşk Şarkısı) gördükten sonra sanat anlayışını bütünüyle değiştirerek kendi üslubunu geliştirmeye başladı. De Chirico’nun etkisinde gerçekleştirdiği ilk Gerçeküstücü eserlerini 1927’de Brüksel’de sergiledi. Serginin ardından Paris’e giderek Gerçeküstücü gruba katıldı.
Kelimeler ve İmgeler
"Çalışmalarımda yansıtılan düşünce nettir…Başka şekilllerde yorumlanamaz. Tablolarımda kuş kuş, şişe şişedir; bir rahim sembolü değildir."
Magritte bugün en bilindik eserlerini Paris’te Gerçeküstücü grupla beraberken, yeni sanatsal yönler ve düşünceler geliştirdiği dönemde ortaya çıkarmıştı. Gerçeküstücülüğün kurucusu olan André Breton’un Freud’un rüya analizlerine ve sembollerine yaptığı vurguyla ilgileniyordu. Ancak tablolarında çoğu zaman rüyaya benzer sahneler yaratmasına rağmen psikanalizi her zaman reddetmişti. Magritte’in kelime imge arasındaki ilişkiye olan ilgisi zaman içinde gerçeküstücü toplulukla ayrışmalar yaşamasına neden oldu.
1930’da Paris’ten ayrılan Magritte, Brüksel’e dönerek grubun aktivitelerinden uzaklaştı.
Grup sayesinde elde ettiği sergi ve satış olanakları sınırlandığı için maddi zorluklar çekmeye başladığında resimden uzaklaşarak kardeşi Paul ile beraber reklamcılık şirketi kurmaya karar verdi.
Yükşeliş
"Gerçeküstücülük, kuluçkası kaybolmuş yuvada yatan guguk kuşu yumurtasının René Magritte’in karmaşıklığıyla resmedilmesidir." - André Breton
1935’ten sonra tekrar resim yapmaya yoğunlaşan Magritte, Belçikalı romancı ve oyun yazarı Claude Spaak’ın desteği sayesinde birçok resim satabilmişti. 1936 yılında ise New York’taki gerçeküstücü sanatın temsilcisi olan Julien Levy Galerisi’nde tek kişilik sergi imkânı elde etti. Fakat sergideki eserlerin birçoğu hem alıcı bulamadı hem de soğuk eleştirilere maruz kaldı. Buna rağmen Magritte’in eserleriyle ilgilenen Modern Sanat Müzesi’nin (MoMA) direktörü Alfred H. Barr, epey ses getiren ‘Fantastik Sanat, Dadacılık ve Gerçeküstücülük’e sergisine onu da dahil etti. Bu sergiden sonra aynı yıl Londra’da gerçekleşen Uluslararası Gerçeküstücü Sergi’de de yer alan Magritte başarısını devam ettirdi.
II. Dünya Savaşı'nda Almanya Belçika'yı istila ettiği sırada Brüksel'de kalan Magritte ile Breton arasında yeniden bir kopukluk yaşandı. Bu nedenle izlenimciliğin, özellikle Pierre-Aguste Renoir’ın biçimsel ve tematik özelliklerini benimsediği yeni bir yoldan ilerlemeye başladı. Ancak Magritte’in izlenimci stili beğenilmediği için ‘kendi stiline’ geri döndü. Eski stiline döndükten sonra ünlü resimlerinin kopyalarını ve versiyonlarını tekrarlaması nedeniyle sanat piyasasında sıklıkla eleştirilmesine rağmen ünü ve başarısı hızla arttı. 1965 yılında New York MoMA’da gerçekleşen retrospektif sergisinden iki yıl sonra 15 Ağustos günü pankreas kanserinden hayatını kaybettiğinde çalışmalarına olan ilgi büyük boyutlara ulaşmıştı.