Evgeny Grinko: Ruhumuz, ancak sade bir yaşantı içinde kendine gelir
Sosyal medya vesilesiyle Türkiye’dekimüzik dinleyicilerinin tanıdığı ve çoksevdiği Rus piyanist Evgeny Grinkodaha önce ülkemize konserler için geldi.Hatta Ankara, İzmir, Eskişehir, İstanbulve Konya’yı kapsayan bir turneyede çıktı. Genç piyanist “Tiny MouseTales” albümünün ardından daha genişkapsamlı bir turne için tekrar ülkemizegeliyor. Aralık ayında Samsun, Trabzon,İzmir, Konya, Antalya, Ankara, İstanbulve Mersin’de konserler verecek olanGrinko’yla Skyroad okuyucuları için birsöyleşi gerçekleştirdik.
Türkiye’de çok seviliyorsun. Bu ilgiyi neye bağlıyorsun?
Doğrusunu söylemek gerekirse, bundan birkaç yıl önce Youtube üzerinden Türkiye’den çok dinlendiğimi gördüğümde şaşırmıştım. Bu rakamlar benim için sürpriz olmuştu. Bu konuyu ne zaman düşünsem şaşırıyorum. Ama bu ilgiden gerçekten çok hoşnutum. Özellikle Türkiye’de insanların ilgisine müteşekkirim. Türk dinleyicisinin müzikal zevki çok iyi. Buraya geldiğimde de bunun kanıtlarını gözlerimle gördüm.
Daha önce Ankara, Konya, İstanbul, İzmir ve Eskişehir’de konserler verdin. Konser verdiğin şehirlerle ilgili aklında neler kaldı?
Yeni şehirler görmek ve oralara has şeyler öğrenmek çok güzel bir fırsat. Ama her zaman konser için gittiğim şehirde gezme şansım olmuyor çünkü bunun için zaman olmuyor. Sadece İstanbul için bir şeyler söyleyebilirim.
İstanbul benim için çok kalabalık ama kontrastı olan bir şehir.
Umarım İstanbul’da sessiz ve güzel yerler keşfedebilirim. Bir şehri ancak o şehrin sessizliğinde vakit geçirince tanıyabilirsiniz. Maalesef diğer şehirleri gezme fırsatım olmadı. Umarım bu sefer olur.
Mabel Matiz’le onun albümü için bir şarkı kaydetmiştiniz. Mabel’in müziğini nasıl buluyorsun? Türkiye’den başka bildiğin müzisyenler var mı?
Mabel Matiz’le tanışıklığımız birkaç sene öncesine dayanıyor. Bana ortak bir proje teklif etti ve ben de kabul ettim. Onun soundu geleneksel Türk müziği ve modern müziğin güzel bir kombinasyonu. Rusya’da Tarkan çok meşhur, en ünlü Türk sanatçısı olduğu su götürmez bir gerçek. Bense müzikleriyle Zeki Müren ve Fazıl Say’ı tanıyorum. Onları sık sık dinlediğimi söyleyebilirim.
Yaklaşık dört yıl önce konuştuğumuzda Rene Aubry and François de Roubaix dinlediğini, güncel isimler dinlemeyi sevmediğini söylemiştin. Bu aralar kimleri dinliyorsun?
Dinlediğim isimler bugünlerde değişiklik gösteriyor. Son zamanlarda favorilerim Portishead’den “The Rip” ve Sufjan Stevens’dan “Fourth of July” şarkıları. İki şarkı beni epey sardı. Bazen bir şarkıya uzun süre bağlı kaldığımı, onun zihnimdeki karşılığını tam anlamıyla almadan, o şarkıdan geri çekilmediğimi söyleyebilirim.
Yalnız kalmayı seviyorsun. Kalabalıktan çok fazla hoşlanmıyorsun. Peki, kalabalık geçen konserlerin sana nasıl hissettiriyor?
Evet, dürüst olmak gerekirse kalabalık yerleri sevmiyorum. Kendimi yalnızken daha rahat hissediyorum.
Benim ‘ben’de aradığım şeyler var. Belki buna bir hesaplaşma da diyebiliriz.
İnsanın geçmişini tekrar ve tekrardan yapma girişimi de diyebiliriz buna. Bunun için yalnız kalmak istiyorum. Bazı insanlar böyledir, yalnız kaldıklarında bir şeyler üretebilirler. Onların yalnızlığından doğar ‘yaratma’ kuvveti. Evet, son tahlilde kalabalık yerler bana göre değil. Fakat sahnede kendimi iyi hissediyorum. Çünkü muhteşem müzisyenler ve arkadaşlarım benimle beraberler.
“Başarımın nedenini bilmiyorum” dediğin bir açıklamanı okumuştum. Bu durumda bir değişiklik var mı? Artık bu konuda fikrin var mı?
Buna şöyle yanıt verebilirim. Müziğin yaptığı en iyi şeylerden biri ortak duygular, hissiyat yaratması. Müziğim sayesinde insanlarla ortak bir duyguda buluşmayı başardığımız için ‘başarılı’ gözüküyor olabilirim. Birbirimizi daha yakından tanıyoruz belki de.
İnsan, insanı müzikle tanıyabilir.
Ortak bir alan bulup orada saatlerce konuşmak, geçmişten söz açmak, hiç anlatılmayan şeyleri anlatmak olarak düşünebiliriz 10 dakikalık bir parçanın verdiği etkiyi. Hâlâ neden başarılı olduğumu bilmiyorum ama anlamaya yakınım diyebilirim. Bu bir şeyi değiştirir mi, bence hayır değiştirmez.
Yazar, filozof Emile Cioran “Bir veda sistami olan müzik, çıkış noktasını atomlardan değil gözyaşları olan bir fiziği çağrıştırır” der. Senin ilham kaynağın nedir?
Çalarken ya da dinlerken sadece müzikten ilham alıyorum. Benim ilham kaynağım melankoli değil, müziğin güzelliği. Müzik sayesinde derin duygulara erişebilirsiniz. Dünyada bunu sağlayabilecek çok fazla şey yok.
Son albümün “Tiny Mouse Tales” i kaydederken kafanda neler vardı.
Basit ve sade şeyleri seviyorum. Bu konuda da yanıtım bu doğrultuda olacak. Eski masallar ve onları müzikle yeniden yaratma fikri aklımda vardı. Ortaya çıkan sonuçtan da memnunum.
Enstrumental bir müzik yapıyorsun. Peki, “şu şarkıma, şu isim söz yazıp söylese, ne güzel olur” dediğin biri var mı?
Doğruyu söylemek gerekirse böyle bir şeyi düşünmedim. Düşündüğümde de bir isim veremiyorum. Şarkılarımı bu şekilde seviyorum.
Çayı çok seviyorsun. Sence Rusya’da içtiğin çaylar mı yoksa Türk çayı mı daha iyi?
Her ikisi de gayet lezzetli. Türk çayını seviyorum ama Türkiye’de içtiğimde daha çok keyif alıyorum.