'En büyük dalganın üzerinde, denge': Roger Waters
1913’te, dünya rock müzik tarihine geçmiş bütün isimlerin ebeveynlerinin arasından en meşhur isim, Eric Fletcher Waters dünyaya geldi. Gençlik yıllarında bir maden işçisi ve sıkı bir İşçi Partisi (The Labour Party) müdafisi olan Eric, dindar bir Hristiyan’dı da. Daha sonraları öğretmenlik yaptı ve Büyük Britanya Komünist Partisi’ne (The Communist Party of Great Britain) üye oldu.
Eric, İkinci Dünya Savaşı’nın başlarında vicdani retçiydi ve Almanya’nın, Blitzkrieg (Yıldırım Savaşları) adıyla bilinen temel savaş stratejisi içinde 1940 ila 1941 arasında Britanya’ya karşı sürdürdüğü bombalamalar (the Blitz) esnasında bir ambulans şoförüydü. Adalete teşne olması ve aktivist mizacıyla meselelere uzak kalamayan Eric, savaş esnasında Bölgesel Ordu’ya katılarak asteğmenlik rütbesine kadar yükseldi. Bundan beş ay sonra ise İtalya’nın Aprilia bölgesinde gerçekleşen Anzio Savaşı’nda (Şubat 1944) öldürüldü.
Diyapazon
George Roger, babası öldüğünde henüz beş aylıktı. Fedakâr ve toplumsal şuuru yüksek babalarını tanıma mazhariyetine ulaşamayan hemen her çocuk gibi o da bu diğerkâmlık mirasını bir rehber bildi ve insana, topluma, dünyaya faydalı malumatı hikmete dönüştürmek üzere programlandı. Arkadaşı Syd Barrett’la o zamanki adıyla Cambridgeshire High School for Boys’a (Cambridgeshire Erkek Lisesi) devam ederken David Gilmour da yakın mesafedeki Mill Road’da bir okula devam ediyordu. Roger, henüz 15 yaşındayken Nükleer Silahsızlanma için Cambridge Gençlik Kampanyası’nın (YCND) başkanlığını yaptı, kampanyanın tanıtım posterini tasarladı ve organizasyonunu üstlendi. Hevesli bir sporcuydu, lisenin kriket ve ragbi takımlarının prestijli bir üyesiydi.
Liseden sonra Londra, Regent Street’teki The Royal Polytechnic Institution’da (daha sonra University of Westminster) Mimarlık okumaya devam eden Roger, Nick Mason ve Richard Wright ile de burada tanıştı. Tabii, bir deha olarak bu okulun onun için uygun olacağı, başarıyla geçtiği bir dizi testten anlaşılmıştı.
Fakat Roger’ın daha sonra alın terine dönüşecek olan baba mirası doppelgänger’i daha 60’ların başında “We don’t need no education…” dedi ve Roger, Nick ile birlikte Polytechnic’te yarı zamanlı öğretmenlik yapan Mike Leonard’a ait bir daireye taşınarak müzik yapmaya başladı. İkili, ilk parçalarını burada kaydedip ilk gruplarını (“Sigma 6” ya da Meggadeaths”, grubun, muhtemelen herkesin fikrine saygıyla seçilmiş iki adı vardı) burada kurdu. Roger, ritim gitar; Nick ise davul çalıyordu. Roger’ın arkadaşı Syd, o sıralarda Pink Floyd’da vokalist, gitarist ve söz yazarıydı ve Roger, zaten bildiği ve desteklediği bu gruba Syd ile dâhil olmuştu. Fakat Syd’in gittikçe kötüleşen psikolojik durumu gruba devam etmesini engelliyordu. Bu sırada Roger, gruba “Take Up Thy Stethoscope and Walk” adlı, tüm sözleri kendisine ait olan ilk parçasıyla da destek veriyordu. 1968’in başında Syd, gruptan ayrılmak zorunda kaldı. David ise gruba dört ay kadar kısa bir süre önce dâhil olmuştu.
Milyon Taşı
Syd’in ayrılışının ardından grubun etik ve estetik çerçevesini Roger çizmeye başladı: kavramlar, tasavvurlar, fikirler ve şarkı sözleri. “Pink Floyd’u, uzayın derinliklerinden, çok daha politik ve felsefi endişelerime tekmeleye tekmeleye tekrar çekmek istiyorum.” Grubun ana arteri, baş söz yazarı oldu. Bazen David’le bazen de Richard’la ana vokalleri paylaştıysa da aslında grubun frontman’i hep o oldu çünkü hayata frontman olarak başlamak zorunda kalmıştı. Bu durum, 1970’lerin sonlarından 1985’teki kopuşa kadar devam etti. Pink Floyd’dan senelerce süren ve sürecek gibi duran “Neden?”lere verilen cevaplar arasında ayrılışından önce “The Dark Side of the Moon”dan (1973) “The Final Cut”a (1983) kadar, beş Pink Floyd albümünün sözlerinin çoğunu yazdı ve kendisinin gruptaki kontrolü giderek arttı. “The Dark Side of the Moon”dan itibaren Roger Waters’lı her Pink Floyd stüdyo albümü, birer tema albümü oldu. Bütün parçalarının sözleri Roger’a ait olan bu albüm ise sadece progresif rock çerçevesi içinde kalmadan ve alt-janr ayırt edilmeksizin, gelmiş geçmiş en başarılı rock albümlerinden biri olarak addedildi.
Neredeyse tamamı Roger tarafından yazılan parçalardan oluşan “The Wall” albümü ise büyük ölçüde onun hayat hikâyesine dayanmaktadır ve ABD’de tüm zamanların en çok ödül alan albümlerindendir. Grup, bu albümle The Wall Turnesi’ne çıktı. “The Wall”un son canlı Pink Floyd performansı 1981’de Londra, Earls Court’ta gerçekleşti ve grup; 24 yıl sonra, 2 Temmuz 2005’te Hyde Park’taki Live 8 konserinde yeniden bir araya gelişlerine kadar Roger’la son kez sahneye çıkmış oldu.
Yalın Kılıç
Roger Waters’ın gruptan ayrılmasından sonraki dedikodulara ve hukuki sürece girmeden onun solo kariyerine geçelim, zira Roger’lı Pink Floyd bir başkaydı. Bunu Roger’ın, gruptan ayrıldıktan beş sene sonra 1990’da, Berlin Duvarı’nın 1989’da yıkılmasının hemen ardından, düzenlediği çok katılımcılı (Bryan Adams, The Hooters, Joni Mitchell, Van Morrison, rahmetli Sinéad O’Connor, The Scorpions…) “The Wall - Live in Berlin” performansında görebiliriz. Ayrıca Pink Floyd’un, seneler sonra “tekrar Roger’lı Floyd” olarak katıldığı Live 8’in Hyde Park ayağının konser kayıtlarından da bu başkalığı ve tamamlanmışlığı anlamak mümkün. Pink Floyd’un, Roger’la birlikte katılımcılar arasından iyice sıyrılıp zirveye oturduğu bu etkinlikte U2’dan Paul McCartney’e, Madonna’dan Keane’e ve Robbie Williams’a, dönemin en popüler isimleriyle grupları da boy gösterdi. Bu konser, “Pink Floyd Reunion” ve “Ça Ira” döneminin de bir başlangıcıydı fakat Roger, 1984’ten sonra dünya halklarının bağımsızlığı, dezavantajlı grupların hakları ve savaş karşıtlığı düsturları çerçevesinde, özellikle “Amused to Death” ve ”Is This the Life We Really Want?” konsept albümleriyle maddeten ve manen kariyerine hep "solo" olarak yön verdi aslında.
2018’de ise “Another Brick in the Wall”un haklarını ilk kez Türkiye’de İZEV’e (İstanbul Zihinsel Engelliler İçin Eğitim ve Dayanışma Vakfı), özelde Türkiye’deki down sendromlu özel insanlara verdi. Aynı dönemde “Hayvanlar ve Biz” projesine verdiği destekle de dikkat çekti.
Linç kültürünün kültü
Roger Waters’ın, cancel culture olarak bilinen “linç kültürü”nün bir numaralı nesnesi olması süreci ise 2006’da Batı Şeria’ya (2009’da tekrar Batı Şeria’ya gidip Beytüllahim’i ziyaret etmesini, babasından gelen bir bağlılık ve adanmışlık örüntüsü gibi görebiliriz belki) gitmesiyle alevlendi. Zaten İsrail’in apartheid rejimine karşı olan Roger, bu ziyaretiyle bölgedeki durumu bizzat görünce hem yakın dönemdeki İsrail konserini iptal etti hem de bundan sonraki hemen hemen tüm konserlerinde, açıklamalarında ve röportajlarında Filistin halkının direnişini desteklediğini söylemekten çekinmedi. Bu sebeple İsrail hükûmeti tarafından “varoluş tehlikesi” ilan edilerek çarpıtılmış “nefret söylemi” bahanesinin hedefi oldu. Roger, 7 Ekim 2023’te başlayan Filistin ablukası ve soykırımı için de muhtelif mecralarda konuşmaya devam ediyor. Bir savaş kurbanı olan babası Eric Fletcher Waters’ın mirasına saygıyla ve inatla sahip çıkarak.
- Dip:
- Pink Floyd’un, kronolojik olarak, “Us and Them”, “Another Brick in the Wall Part 1” ve “When Tigers Broke Free” adlı parçaları ile “The Final Cut” albümünün tamamı Eric Fletcher Waters’a ithaf edilmiştir.
- Dinlemek için: “Comfortably Numb”, “Breathe”, “Mother”, “The Powers That Be”.
- İzlemek için: Pink Floyd’s Roger Water in West Bank, Roger Waters & Nick Mason - The Simple Facts, Roger Waters - The Wall Live in Berlin - 1990, Pink Floyd - Comfortably Numb (Recorded at Live 8).