Duygular sözlüğü: Pazarcı
Ahmet, annesinin küçük oğluydu. Büyüdü. Pazarcı oldu. Ustasının adı da Ahmet’ti. Usta Ahmet’in kökleri bu topraklarla alakasız görünse de bu toprakların ta kendisiydi. Ataları “değişik bir günde” buraya ulaşmıştı. 15. yüzyılda kara kıtadan gelmişlerdi. 600 yıl boyunca Türk olup bu ülkedeki herkesin yüzünü güldüren samimi videolarda yer bulmuşlardı kendilerine. Duru Türkçenin rengi olmuşlardı. Ama küçük Ahmet için bu kök, bir şey ifade etmiyordu. O, ne renkte ne de dilin duruluğundaydı. Ahmet; ustasının renginde, ustasının dilinde var olup aslen buralı olan o kayıp kökünü, o pazar yerine salmak istiyordu.
Ustası ona her şeyi öğretmişti: Hesap-kitap (en önemlisi çırak için hesaptı usta için kitap), müşteri memnuniyeti, yerini koruma, tedarik ve komşularına adil olma. 600 yıl önce Afrika’dan gelen köklerin uzantısı Pazarcı Ahmet ise en çok şuna dikkat ederdi: “Komşularına adil ol.”
Tezgâh artık küçükteydi. Ustasının elini öpüp başına koydu ve dedi ki: “İyi ki gelmişsin.”
Usta dedi ki: “İyi ki beklemişsin.”
Yeni ustanın işleri fena gitmiyordu. Herkes ona ustasını soruyor, sözgelimi iki kilo alacağına yarım kilo meyve alıyordu. Acemi Usta’nın çok dikkatini çekmedi bu konu. Çünkü karşı tezgâhta yeni bir peynirci yerini almıştı. “Hayırlı olsun”lar dolandı pazarda. Ertesi hafta da o geldi: Peynircinin Kızı.
Zerzevatçı Teyze ile Peynircinin Kızı iyi dost oldu. Zerzevatçı Teyze’nin kardeşi de aynı yerde tezgâhı olan Penyeci Naciye’ydi. Ahmet tezgâhından meyvelerini topladı. Zerzevatçı Teyze’ye, Penyeci Naciye’ye ve en önemlisi Peynircinin Kızı’na ikram edecekti. Baktı, meyveler çürüktü. Herkes ustasının hatırına ondan alışveriş ediyordu. Makedon Göçmeni gözlere bakakalmaktan bunu anlayamamıştı.
Savaştı tedarikçilerle Ahmet. Artık meyveleri parıl parıldı.
Kıyamet gibi bir kadın kavgası koptu. “Kıyamet, bir kadın kavgası gibidir.” demişti ustası ona zamanında. Zerzevatçı Teyze ile Penyeci Naciye birbirine girdi. Bekledi Ahmet. Peynircinin Kızı’na sordu. Aslında Ahmet, bu kıyametin kopacağını biliyordu. “Tedarik ve komşularına adil olma” hususu, ustasının ona verdiği bir meyve ağacının köküydü. Peynircinin Kızı, “Sen karışma, Zerzevatçı haklı.” dedi. Oysa Peynircinin Kızı, Penyeci Naciye ile hiç konuşmamıştı. Ahmet, ustasını hatırladı: “Komşularına adil ol.”
Ahmet annesinin küçük oğluydu. Annesi ona “Kaybolursan bu Afrikalı abinin yanında beni bekle. Hani hemen pazarın girişinde olan, muz satan adam...” demişti. Annesinin küçük oğlu o tezgâhta büyümüştü. Bir Afrikalı, onu duru bir Türkçe ile usta yapmıştı. Yine göçmen bir masmavi de onu, ustasıyla karşı karşıya getirmişti. Ahmet’in gözleri dolamadı. Çünkü annesiyle atlasın arkasındaki bayraklara bakıp tüm ülkelerin ismini ezbere bilir hâle gelmişti (Somali-işte burda/Makedonya- burda/Nepal-hıhı buradaa). Bu atlas-bayrak oyunu; küçüğün, küçüklüğünden hatırladığı son şeydi.
Pazarcı, “Değişik günlerde kurulan pazarlarda mal satan kimse.” demekti. Bu tanım çok basitti. Size anlattığım o pazarda olan biten de çok basitti. 600 yıl önceki o kıtalar arası gün, 150 yıl önceki o masmavi gün, annenin görüldüğü o son gün; bunların hepsi basit ama “değişik” günlerdi. Ama Allah’ın işi her hafta o gün, orada o pazar kurulurdu.