Duygular sözlüğü: Kaukokaipuu
Bir tren yolcuğundaydım. Evet, olduğum yer yolculuktu. Oysa seyahatime başladığım istasyonda, biraz sonra gelecek olan bu demirden yapılmış ve kendine ait yolu dahi kendi gibi demirden olan treni beklerken bile o trenin içindeydim. Bindiğim bu trenden yolculuğun bizzat kendisine aktarma yaptığım an: Sol çaprazımda oturan bir ergenin dizüstü bilgisayarını açıp YouTube’dan izlediği “Live: Trains at Helsinki” videosuna dalıp gittiği o küçük zaman aralığıydı. Kulağında kulaklığıyla müzik dinleyen bu ergen, camdan yola bakmaktansa Helsinki’deki canlı tren yolcuğu videosunu izliyordu. Gençlik işte belki sevdiği Finlandiya’ya gitmiştir.
Sonra kafamı kaldırdığımda trene ait umumi ekranda da bir yol videosunun döndüğünü fark ettim. Videodaki yerin neresi olduğunu okuyamamıştım. Sonra camdan tarlalara baktım. “Ne aklıma gelse bir bakıyorum / unutmuşum / tren penceresinden bir tarla / eskiyip atılmış bir gömlek, hiç unutmam / Hiç unutmam, hiç unutmam, hiç unutmam / diyor birisi yineliyorum / hiç unutmam, hiç unutmam, hiç unutmam, hiç unutmayın / insan nasıl direnir başka / hiç unutma” dizeleri yol yorgunu kaya beynimi, tıpkı dedemin tarlasındaki incirlerin kökleri gibi deliyordu. Zihnimdeki bu dizeler köktü. Tıpkı dedemin, soyumun kökü olması gibi. Bu dizeler suyu arıyordu. Ağaç kökleri suya uzar. Kıvrılıp bükülürler yerin altında, toprağın içinde.
Cesetlerin, naaşların, leşlerin, taşların veya kayaların etrafından dolanırlar. İncir ağacının kökü istisnadır. O, güçlüdür. Kıvrılıp bükülmez, önüne geleni deler geçer. Evet, bunu yerin altında, toprağın içinde yapar. Bir kısmınızın bildiği üzere, incir ağacının kökü betonu bile deldiği için incir ağacı evlerden uzak yerlere dikilir. Ocağıma incir ağacı diktin, deyimi falan filan…
En son trenin camından tarlalara bakıyordum. Aklıma çocukken dedemle yaptığımız yürüyüşler geldi. Her sabah tarlaya giderken tapu müdürü edasıyla hangi arsanın kime ait olduğunu tek tek ve sınır sınır anlatan dedem, akşamüstü tarladan dönerken beni imtihana tabi tutardı. Çocuk aklı tüm arsaları tek tek hatırlayamazdım. Bir hafta sonra bu sınavda tam puan yapar, bir sonraki yaz yine tüm bilgileri unutmuş olurdum. Her yaz, ilk dede imtihanında içimden “Coşkun Aral hangi şehre gitse oranın adı altta yazıyor. Keşke televizyondaki gibi her tarlanın altında sahibi yazsa” derdim.
Sonrası mı? Şimdilik dursun, şu bilgiyi verip zaman kazanarak kendimi “o sonra”ya hazırlayayım. Finlere ait bu kelime, hiç gidilmeyen bir yere duyulan sıla hasreti anlamına geliyormuş. Tıpkı -belki âşık- o ergenin YouTube izlencesi gibi veya da bu paragrafın başındaki sorunun cevabı gibi. Zamanımı kazandım. Sonrası faslına gelelim. Evet, bana çok gülerdi. Ama o gülüş daha önce gittiğim bir yerdi. Keşke rahmetlinin güldüğü bir video* olsaydı.
- * Bu yazıyı telefonumdan temize çekerken yine bir trenin içindeyim. Sağ çaprazımda kırklı yaşlarında kulağında kulaklık olan bir adam, 5 yaşlarındaki oğlunun ona yolladığı video mesajı dinliyor. Videoda çocuk kendi kendine gülüyor, adam kendi kendine gülüyor.