Duygular sözlüğü
Sevgiyi aramak mı? Sevgi görmediği için mi? Yoksa hazzın peşinde mi?
Kazanova
İlk sorunun ikinci soru ile bağı sadece “aramak” ve “görmemek” kelimeleriydi. Çünkü iki sorunun ortak kelimesi olan “sevgi”nin ortalıkta olmadığı aşikârdı. Ancak haz hep vardı. Sevgi gibi arayış ve görme ihtiyacı duymayan haz, mutlak bir akıl isterdi. Haz, kendine kendini katarak hazza ulaşırdı. Kendine kendini katarak çoğalmak için zekâya ihtiyaç duyardı. Sevginin sevgiyle çoğalmak gibi bir derdi yoktu. Sevginin sadece çoğalma arzusu vardı. Bunun için akla gerek duymazdı. Sevginin arzusu vardı, derdi yoktu. Hazzın derdi vardı, arzusu yoktu. Ama haz da sevgi de yalnız kalamazdı. Haz kendine kendini katmak için başkasına ihtiyaç duyardı. Sevgi hep arayış ve görme ihtiyacı içindeydi.
Tek isteği haz ve sevginin bir arada olmasıydı. Haz ile sevginin bir arada olduğu yerde ışık olmazdı, bundan sebep bir karanlık da. Bu ışıksızlık ve karanlıksızlık, patlama gerçekleşmeden bir saniye önce içinize doğan “birazdan kıyamet gibi bir şey kopacak” hissine benzerdi. Bir saniye sonra kopan o şey, kopuştan çok bağlanmaydı. Artık ışık da vardı karanlık da.
Başarısız flörtlerinin sebebi, karanlığı vardı. Öyle demişlerdi ona, “İyi birisin tabii ama sende tarif edemeyeceğim bir karanlık var.” Bunu düşünürken zayıfladı. Yeni biçimiyle beğenilir oldu. Ama bu ona yetmedi. Hep yalnız olmasıydı karanlığı. Yalnızlığın güzelliğini çözdü beğenilince. Şöyle bir baktı; bu güzelliği çözemeyen herkes karanlığa saplanmıştı yalnız olmasa da. Anladı. Yalnızlığın güzelliğini tatmayan biri, yalnızlığın karanlığını göremezdi. Çözdü: Beğenilmezken herkes ona aynı yalanı söylemişti, “Sende bir karanlık var.”
Beğenilmezken ona söylenilen yalan, doğruyla bir birlikteliğe ulaşmıştı. Ama o, ne kadar beğenilse de artık yalnızlıktan çıkamıyordu. Yalnızlık onu beğeniyordu oysa. O, bundan böyle masum ve şişman yalan ile zayıf ve çaresiz doğrunun çocuğu olmuştu. O, yalnızlığın beğenilmeyen karanlığıydı. Yalandan ibaret olan bir karanlıktı.
Yıllar kötü geçmiş olsa da geçmiş olması iyiydi. Unutmak büyük nimetti, unuttuğunu hatırlamak daha da büyük. Hatırladıkça en büyük nimetin “unuttuğu şeyin nasıl unuttuğunu hatırlaması” olduğunu fark etti. Uzun süredir yaptığı gibi, öylece durdu. Öylece durunca daha çok beğeniliyordu. Öylece durdukça kendini fark edebiliyordu. Beğenilir olmasını gen aktarımıyla babasından almıştı. Onu babasının öylece durması büyütmüştü. Aslında her şey annesi evi çoktan terk etmişken babasının zulasında bulduğu dergileri çalmakla başlamıştı.