Dogu'nun en batısı: Tanca

Tanca
Tanca

Tanca, Fas’ın Avrupa’ya açılan yüzü ya da diğer bir tabirle doğunun en batısı. Büyük seyyah İbn-i Battuta’nın dünyaya gözlerini açtığı ve kapadığı yer. Bir taraftan Avrupalıları ve geleneklerini diğer taraftan da kadim Berberi geleneklerini harmanlamış kozmopolit kelimesinin en güzel karşılığı olacak şehir belki de. Tanca biraz Beyrut, biraz İstanbul, biraz İskenderiye ruhu taşır.

Kadim kültürle modern kültür arasında köprü olan ve medeniyetleri coğrafi konumları sebebiyle harmanlayan şehirlerin çok sesli, çok yüzlü ve bir o kadar da keşfedilmeye müsait yanları vardır. İşte bu ruh nadiren bir şehrin başına gelir. Ve dünyayı görmek, keşfetmek; onu anlamak için gezginlerin en sevdiği şehirler de bu ruhu taşıyan şehirlerdir.

Tanca, Cebelitarık’tan İspanya’ya bakan bir şehir.

İspanya’dan yarım saatlik bir feribot yolculuğuyla Tanca’ya gelebilirsiniz ya da benim gibi yolu biraz daha uzatıp bir gün de olsa Kazablanka’da geçirmek isteyebilirsiniz. Kazablanka da kiraladığım arabayla Tanca’ya doğru yola çıkıyorum. Yaklaşık 4 saatlik oldukça güzel bir yolculuktan sonra Tanca’ya varıyorum.

Tanca, Cebelitarık’tan İspanya’ya bakan bir şehir.
Tanca, Cebelitarık’tan İspanya’ya bakan bir şehir.

Pek çok farklı otel seçeneğinin olduğu şehirde ben, eski şehrin (Medina) içinde butik bir oteli tercih ediyorum. Otelime yerleşip sabahın erken saatlerinde kalkıyorum. Otel terasında güzel bir kahvaltı sofrası beni bekliyor. Ama kahvaltıyı güzelleştiren şey yiyecekler değil bir tarafta İspanya diğer tarafta rengârenk Tanca evlerinin manzarası.

Otelden çıktığım anda Tanca’nın Medina’sının eski ve daracık sokaklarında buluyorum kendimi. Gül bahçeleri ve çiçeklerle bezenmiş rengârenk sokaklar arasından yolum bir şekilde Grand Socco ya çıkıyor.

Grand Socco büyük pazar demek.

Rengarenk, büyük pazar...
Rengarenk, büyük pazar...

Şu an bir pazar mevcut değil ama oldukça hoş bir meydan. Burada pek çok turisti, bir kenarda oturmuş nane çayını yudumlarken bulabilirsiniz. Grand Socco’dan Petit Socco’ya doğru yürüyüp tepede gördüğüm saraya doğru gitmeye çalışıyorum. Dar ve karışık sokaklarda rehberlik için yanıma yanaşanlara önce biraz çekingen davransam da zaman kazanmak açısından küçük bir pazarlıkla beni gezdirmesi için evet diyorum.

Bu karışık sokakları avucunun içi gibi bilen rehberler İspanyolca, Fransızca, Arapça ve İngilizce dillerini konuşabiliyorlar. Kendilerince oluşturdukları iki saatlik bir rotada ilk olarak Dar’el Makhzene gidiyoruz. 1912 senesine kadar saray olarak kullanılan bu yapı bu gün Fas sanatları ve antik eserler müzesi olarak hizmet veriyor. Güzel düzenlenmiş bir müze olarak Tanca’yı gezecek olanlara mutlaka tavsiye ederim.

Dar’el Makhzene
Dar’el Makhzene

TANCA DA NE YEMELİYİZ, SORUSUNUN CEVABI TABİ Kİ BALIK OLMALI

Tanca sokaklarında zaman hızla akıp geçerken artık gün akşama evirilmiş ve ben de oldukça acıktığımı hissediyorum. Tanca da ne yemeliyiz sorusunun cevabı tabi ki balık olmalı. Gerçi birkaç yerel Fas yemeği yeme şansım da var fakat bunu diğer günlere saklayarak balık yemek için sahilin yolunu tutuyorum.

Tanca da ne yemeliyiz sorusunun cevabı tabi ki balık olmalı...
Tanca da ne yemeliyiz sorusunun cevabı tabi ki balık olmalı...

Medina denilen eski şehirden sahile indiğinizde pek çok restoran sizi bekliyor. Tavsiyem her zaman bir fiyat listesi olan restoranda yemek yemeniz. Zira bu kadar çok turistin uğrak yeri olan bir şehir de ummadığınız fiyatlarla karşılaşmanız pek mümkün. Yemekten sonra gün batarken Tanca sahilinde güzel bir yürüyüşle günü sonlandırıyorum.

ASSILAH, ATLANTİK’İN KENARINDA BEYAZLAR VE MAVİLER İÇERİSİNDE BİR MASAL ŞEHRİ

Gezimin üçüncü gününde Tanca’ya yaklaşık yirmi kilometre uzaklıkta olan Assilah kasabasına doğru yol alıyorum. Kaldığım oteldeki Arjantinli arkadaşların yoğun tavsiyesi ile pek beklentim olmadan gittiğim bu kasabayı büyük bir hayranlıkla geziyorum.

Beyaz ve maviler içerisinde bir masal şehri...
Beyaz ve maviler içerisinde bir masal şehri...

Kasaba, kendinizi Atlantik’in kenarında beyazlar ve maviler içerisinde bir masal şehrinde hissettiriyor. Akşamüstü dalga kıranların üzerine çıkıp Assilah’ı izlerken Atlantik’in üzerinde güneşin batışına şahitlik ediyorum. Dalgalar Assilah’ın duvarlarına çarparken ılık bir rüzgâr yüzümü okşuyor.

Sanki birazdan Şehrazad bir masal anlatmaya başlayacak…

Gökyüzünden izler taşıyan şehir...
Gökyüzünden izler taşıyan şehir...

Tanca’daki son günümü İbn-i Battuta’nın türbesini ziyaret ederek tamamlıyorum. Medina’da kaybolana kadar turlayıp genç bir adamın beni götürdüğü İbn-i Battuta’ya saygılarımı ve dualarımı gönderiyorum. Şüphesiz doğudan batıya, bize geçmişe dair haberleri veren büyük seyyahların seyahatnamelerinden başkası değil. Geri dönüş yolunda bir Avrupa seyahatini ya da bir Afrika gezisini tekrar Tanca’dan nasıl geçiririm; onun planlarını yapmaya başlıyorum.