Deniz Sağdıç: 'İstanbul'un nefesini hissetmem gerekiyor'

Deniz Sağdıç
Deniz Sağdıç

Bir koltukta çok karpuz taşıyanlardan Deniz Sağdıç… 2003’den beri de hayatı peşinde sürüklüyor. İlgiyle takip edilen sergileri, geliştirdiği çeşitli projeleri ve konuşmacı olarak yer aldığı panellerle bütün dikkatleri üzerine çekiyor. Çizecek, dile getirecek ve anlatacak çok şeyi olan bir sanatçı… Sağdıç’la 5 Suriyeli ve 5 Türk sanatçının eserlerinin yer aldığı “Birlikte-Together” isimli sergisi vesilesiyle bir araya geldik. Hem Turkmall Sanat’da sanatseverlerle buluşan karma sergiyi hem tüketim çılgınlığını hem de nesnelerin anılarımızda yerini konuştuk.

Klasik ama en zor soruyla başlayalım. Deniz Sağdıç kimdir, neler yapar?

1982 Mersin doğumluyum. Çocukluk yıllarım bu şehirde geçti. Eğitim hayatımı da bu şehirde tamamladım. 2003 yılında Mersin Üniversitesi’nden birincilikle mezun oldum ve sanatın merkezi İstanbul’un kollarına attım kendimi… Bir süre kendimi şehri keşfetmeye adadım. İstanbul’un güzelliklerini soludukça âşık oldum, başka bir yere gidemez oldum. Sonra çeşitli işlerde, atölyelerde çalıştım ve sonra kendi atölyemi açtım.

Mersin’den geldiğinizde İstanbul sizi korkuttu mu?

Mersin’de kütüphaneden çıkmayan bir öğrenciydim. Sanat adına dünyada neler yapıldığını, sanat ve sanat tarihini araştırır, okur ve takip ederdim. İstanbul’a ilk defa öğrenci olduğum yıllarda gelmiştim ve sanatı icra etme noktasında buranın inanılmaz bir hazine olduğunu keşfetmiştim.

"İstanbul'un nefesini hissetmem gerekiyor"
"İstanbul'un nefesini hissetmem gerekiyor"

kulu bırakıpta kendimi bu uçsuz bucaksız okyanusun sularına bıraktığımda çok şaşırmıştım. “Burası kocaman bir okyanus, yüzmeye nereden, nasıl başlayacağım?” diye düşündüm. Daha sonra korkutucu gelmedi. Çünkü İstanbul’da ummadığınız bir sokakta bir yapı görüyorsunuz ve ahşap işçiliğinden motiflerine kadar dikkatinizi çekiyor. Anlayacağınız heyecanım korkumu bastırmaya yetti.

Başarıyla biten eğitim hayatınızın ardından pek çok ülkeden birçok gencin hayallerini süsleyen akademik davetler almışsınız fakat geri çevirmişsiniz, neden?

Ben ülkeme çok aşığım. Anadolu’yu keşfetmeye başladığınızda sonunu getiremezsiniz, her yeri muhteşemdir. Kendi insanımın kültürünü, onlarla sohbet etmeyi çok seviyorum ve kendimi başka bir yerde göremiyorum. Yurtdışına gittiğinizde sokakları, caddeleri, insanların tavırlarını ister istemez kıyaslamaya başlıyorsunuz. Tabii yurtdışında projelerde yer alacağım ama başka yerde yaşayamam. Buradaki nefesi hissetmem gerekiyor.

“Burası kocaman bir okyanus, yüzmeye nereden, nasıl başlayacağım?”
“Burası kocaman bir okyanus, yüzmeye nereden, nasıl başlayacağım?”

Son kişisel serginizin adı “Ready ReMade”de eski eşyalar ve hatıralar ön planda. Bu serginin çıkış noktası neydi?

Benimle gezen objeler var. Mesela kasetler ya da Polonya pazarından aldığım arkası dökülmüş bir ayna bunun gibi bir sürü nesne… Ve bu nesneler sanki benimle iletişim kuruyorlardı. Atölyeminde ilginç bir hikayesi var. Burası daha önce hayatını resim yaparak idame ettirenve erken yaşta vefat eden ressam Mahmut Sümer’indi. Ben buraya geldiğimde her şeyi bırakmışlardı, eşyaları buradaydı.Benim nesnelerimle Mahmut Sümer’in nesneleri birleşti. Benim nesnelerimle birliktelik oluşturdular… “Ready ReMade” de ortaya çıkardığımı işlerin hepsi zanaatla da birleşti.

Öyleyse eşyaların ruhu olduğuna inananlardansınız?

Evet, inanıyorum. Sergide kullandığım eşyaların bir kısmı yolda bulduğum eşyalar. Çok hızlı tüketiyoruz. Alıyoruz, iki ay sonra atıyoruz. Bir tüketim çılgınlığı var. Bu civarda çöplere baksanız inanın çöpe atılan eşyalarla ev kurarsınız. Bunların hepsi birleşince “Ready ReMade” ortaya çıktı. Bir yandan anıların atılması bir yandan zanaat ve işçiliğin yok sayılması, tüketim çılgınlığı bunların hepsinin bir noktada birleşmesi çıkış noktam oldu.

"Ben ülkeme çok aşığım."
"Ben ülkeme çok aşığım."

Bir de Suriyeli “Ümran” bebekle ilgili bir çalışmanız var…

Evet, onun resmini gördüğümde iki hafta kendime gelemedim. Bir şey yapmak zorunda hissettim kendimi çünkü bu herkesin çocuğunun başına gelebilirdi. Kaset kapakları, atılmış nesneler ve stor perde kumaşlarıyla oluşturdum o çalışmayı. 70 tane kaset var çalışmada. Suriye’nin bu hale gelmesinde, orayı karıştıran 70 tane grup var. Stor perdedeki çeşitler gibi size daha iyi bir yaşam sunmaktan bahsediyorlar ama sunmuyorlar. Bize Ümran’ı sunuyorlar ve o da bize bakıyor.

“Together-Birlikte” isimli sergide beş Türk, beş Suriyeli sanatçının çalışmaları var. Bu fikir nasıl ortaya çıktı, siz nasıl dâhil oldunuz?

Küratörlerimiz Kerim Kürkçü, Deniz Biber ve Güneş Nasuhoğlu Suriyeli sanatçılarla ilgili araştırma yapıyorlardı. Böyle ortak bir çalışma düşündüklerini söylediler. Savaşın içinden gelen insanlara moral de vermek istiyorlardı. Benim sanatımı takip ettikleri ve nasıl söylemlerde bulunduğumu bildikleri için beni aradılar. Bende “Seve seve” dedim.

Savaş tahribatı inanılmaz yüksek bir durum.

İnsanlığı sorgulamamız gereken noktada siz kapıyı kapatamazsınız. Savaştan kaçan insanlara kapıyı kapatıp onları yok sayamazsınız. Avrupa’nın vicdan sorgulamasında sınıfta kaldığını gördük.Benim için güzel bir deneyim oldu. Bu projeyle uzun zamandır görmediğim akrabalarımı görmüş gibi oldum. O savaşı yaşamak burada yeniden bir hayata başlamak ve yarının ne olacağını kestirememek gerçekten zor ve onlar burada onu yaşıyorlar.

* “Together- Birlikte” sergisi Mart ayına kadar TurkmallSanat’da devam ediyor.

Burada da resimlerimle “her şey dış görünüşle ilgili değil, içe dönmek, ruha inmek lazım.İnsanı insan yapan noktaları beslemek gerekiyor” mesajını vermeye çalıştım.
Burada da resimlerimle “her şey dış görünüşle ilgili değil, içe dönmek, ruha inmek lazım.İnsanı insan yapan noktaları beslemek gerekiyor” mesajını vermeye çalıştım.

HER ŞEY DIŞ GÖRÜNÜŞLE ILGILI DEĞIL

Kadının bir figür olarak sunulması, insanlara neyi tüketmeleri gerektiğinin dayatılması gibi konulara çalışmalarınızda yer veriyorsunuz. Bu konu başlıkları insanı sinirlendiren, rahatsız eden konular. Hal böyleyken siz nasıl bir ruh haliyle eserlerinize başlıyorsunuz?

“Kadın Mülk” adlı bir projem vardı. O dönem bazı televizyon programları kadının meta olarak kullanılmasıyla ilgiliydi. “Kadın şöyle giyinmeli”, “böyle vücudu olmalı”, “böyle makyaj yapmalı” gibi... Kadın resmen bir hediye paketi gibi sunuluyordu. Bu durumda beni rahatsız ediyordu. Paneller düzenledim, konuşmalar yaptım, resimle de bu durumu anlatmaya çalıştım. Sonrasında “Tin” isimli bir seri yaptım. Burada da resimlerimle “her şey dış görünüşle ilgili değil, içe dönmek, ruha inmek lazım.İnsanı insan yapan noktaları beslemek gerekiyor” mesajını vermeye çalıştım.