David Lynch sineması
David Lynch’in günümüz sinemasının otör isimlerinden olduğu su götürmez bir gerçek. Resim okuyan Lynch, kısa filmler yapması ve 1960’lardaki üniversite hayatının temel eseri olan Eraserhead’i uzun uğraşlar sonucu çekmesi ile sektöre atılarak sanatsever herkesin ağzına tuhaflık ve şüphe tadında bir parmak bal çaldı. Bu yazımızda bu dahi adamın filmografisini tek çatı altında derledik.
Eraserhead (1977)
Henry Spencer yaşadığı post-apokaliptik endüstriyel dünyada günlük yaşam sıkıntıları ile boğuşur, agresif sevgilisi ve sürekli ağlayan bebeği ile mücadele eder.
Eraserhead; Lynch’in uzun uğraşlar sonucu hayata geçirebildiği, üniversite döneminde izin alarak okulun stüdyosunda çekimlerini yapabildiği bir proje. Yönetmenin ilk uzun metraj filmi olmasına rağmen en son filmine kadar görebileceğimiz üslubunu tamamiyle taşıyan bir yapım olmasının yanında Lynch’in yaşına göre çok olgun ve anlatmaya çalıştığı şeyler çok niş olmasa da altından kalkması zor bir film.
The Elephant Man (1980)
Victoria döneminden bir doktor John Merrick adında, Londra sirklerinde çalıştırılan ve sahibi tarafında zulüm gören bir adam bulur. John’un yüzü ciddi şekilde bir biçimsizlik sahibidir fakat bu görsel dehşetin altında etkileyici bir zeka ve kadife gibi bir ruh yatıyordur.
Lynch’in Eraserhead ile kazandığı ilgi ile çektiği The Elephant Man, John Hurt ve Anthony Hopkins gibi isimleri bünyesinde barındırarak Lynch’in ses getirmesine sebep olan filmdir.
Gerçek bir 19. Yüzyıl Londrası hikayesi olan The Elephant Man, aktardığı dram ve çarpıcı makyaj kullanımıyla yönetmenin en sağlam filmlerinden biri.
Dune (1984)
Yıl 10,191’de evren, “baharatın” bulunabildiği tek gezegen olan Dune’un hakimiyeti için savaştadır. Bu çöl gezegeninin kontrolü üzerine ırklar savaşırken gezegen halkının beklediği o mesih gelir.
The Elephant Man’le yakaladığı başarı sonrası özel istek üzerine Frank Herbert’ın serisini uyarlamaya koyulan Lynch, hem yapım aşamasında hem de kendi içinde yaşadığı dilemmalar ve çıkmazlar sonucu ne kendisinin ne de seyircinin beklediği gibi çıkmayan bu film ile bizi başbaşa bırakmıştır. Öncesinde Jodorowsky’nin de çekmeye kalktığı fakat bütçe ve süre konusunda prodüktörler ile anlaşamaması üzerine bırakmak zorunda kaldığı bu yapım Lynch için belki bir kara leke olabilir ama günümüz seyircisi için ciddi eğlenceli bir yapım.
Twin Peaks: Fire Walk with Me (1989)
Genç bir kız olan Teresa Banks’in cinayetini araştıran FBI Ajanı Dasmond’ın kayıplara karışmasıyla dedektif Dale Cooper olayın içine daldıkça baş döndürücü bir rüyanın içine saplanacak, bunlar yaşanırken de lise öğrencisi Laura Palmer son günlerini geçirecektir.
Lynch’in ünlü dizisi Twin Peaks’in öncesini anlatan Twin Peaks: Fire Walk with Me, bizi dizide gördüğümüz metafiziksel dünyaya herhangi bir endişe duymadan daha da sokuyor ve Laura’nın ölmeden önceki son yedi gününü göstererek diğerlerinin tanıdığı Laura’yı tanımamıza yardım ediyor.
Lost Highway (1997)
Sıkıntı içindeki bir caz müzisyeni konulduğu hücrede akıl dışı bir transformasyonun sonucu kendini gangsterler, cinayet ve aşk dolu bir olay zincirinin içinde bulur.
David Lynch’in ayakları yere an az basan filmlerinden olmasına rağmen senaryo yapısı ve teknik açıdan en sağlam filmlerinden olan Lost Highway, filmin başında kulağınıza fısıldadığı hikayeyi bir anda bir kenara atıp başka bir hikayeye yoğunlaşıyor fakat bunu yaparken odağınızı dağıtmamaya özen gösteriyor. Metafiziksel olaylar sonucu ilerlemeyi başaran bu hikaye çok ağır manevralarr yapmasa da aklınızı allak bullak edecek.
The Straight Story (1999)
70’lerinde dul bir çiftçi olan Alvin, bir gün arasının bozuk olduğu kardeşi Lyle’ın felç geçirdiğini öğrenir. Alvin bunu üzerine hala zaman varken kardeşiyle arasını düzeltmek ister fakat kendisi Wisconsin’de, kardeşi ise Lowa’dadır ve Alvin’in ne arabası ne de ehliyeti vardır. Bunun üzerine Alvin gözünü karartır ve çim biçme makinesine atlayarak yola koyulur.
Alvin Straight adlı bir asker emeklisi çiftçinin hikayesinden uyarlanan The Straight Story, David Lynch’in normal tarzının dışında bir deneme olsa da günün sonunda ciddi başarılı, sımsıcak bir dram hikayesi.
Inland Empire (2006)
Aktris Nicki Grace, seçildiği yeni filmin çekimlerine başlamışken rol arkadaşına karşı bazı hisler beslemeye başlar ve bu hisler gerçeklik algısını temelden sarsar. Hayatının, oynadığı filmin senaryosuyla gitgide daha da belirgin paralellikler göstermeye başladığını fark eden Nicki, çektikleri filmin yapım aşaması büyük bir trajediden kaynaklı yarım kalmış eski bir Polonya yapımı olduğunu öğrenir.
Inland Empire, Lynch’in şuanlık son uzun metraj filmi. Mulholland Drive ile benzer alt metinlerle donatılmış 3 saatlik bir ateşli rüya diyebileceğimiz film, hikayesi içinde mantık üstüne yatırılmış tek bir konu bile bulunmamasına rağmen izleyiciyi tatmin etmeyi başarıyor.
Bonus: Twin Peaks (1990-1991)
Genç bir kız olan Laura Palmer’ın ölümü üzerine Twin Peaks adlı kasabaya gönderilen dedektif Dale Cooper; soruşturmayı çözmeye çalışırken aynı zamanda Laura’nın ölümü üzerine derinden sarsılan kasaba halkı ile yakınlaşacak, kasabadaki tuhaflığa bulanırken mistik bir dünyaya açılan kağıdan geçecek ve hem kasabanın hem de kendi geçmişi üzerine bir çok şey öğrenecek. Twin Peaks: Fire Walk with Me’nin öncesini anlattığı ve 2017 yapımı Twin Peaks: The Return adlı bir prequeli olan bu 30 bölümlük diziyi izlerken taze kahve ve Duglas Köknarı kokuları eşliğinde gizem ve telaşın içine gömüleceksiniz.