Damak tadıyla hayal gücü arasında: Kavala

Kavala.
Kavala.

İpsala sınır kapısından geçip de Gümilcine’ye yol aldıkça yollar boyunca sıralanmış badem bahçeleri görürsünüz. Bir süre sonra bunun hikmetini elbette anlarsınız ama her ülke, her şehir karadan girildikçe güzeldir. Bir geminin burnunu soka soka girdiği liman şehirlerine haksızlık etmeyelim yine de. Nice liman şehirleri vardır, Selanik benzeri, toprağın kaşı gibi suya sokulurlar. Yunanistan toprakları ne havasıyla ne rengiyle hiçbir yabancılık çektirmez size. Soruları pek yoktur. Sürprizleri ise süreklidir. İşte, hedef menzilinize koyduğunuz Kavala böyle bir yerdir. Daha kendisine girmeden o size kaş göz eder.

Yunanistan toprakları ne havasıyla ne rengiyle hiçbir yabancılık çektirmez size. Soruları pek yoktur. Sürprizleri ise süreklidir.
Yunanistan toprakları ne havasıyla ne rengiyle hiçbir yabancılık çektirmez size. Soruları pek yoktur. Sürprizleri ise süreklidir.
Kavala hacmi küçük fakat imgesi geniş bir şehirdir.
Kavala hacmi küçük fakat imgesi geniş bir şehirdir.

İnsan damağı pek öykücüdür ve Anadolu’dan “Mübadele” vesilesiyle buralara dönenler sanki geçmişi bilerek damakta yaşatırlar. Kavala kurabiyesi, yol boyunca gördüğünüz bademler den ilham alarak size hoş geldiniz diyen Osmanlı kökenli bir kucaklaşma biçimidir. Türkçe isimli dükkânlar, daha Kavala’ya girmeden birkaç adım attığınızda dile gelir, Kayseri, Niğde, Karaman, Kapadokya rengine bürünür. Kavala ilkin bu dillere destan, ağızda zevkle dağılırken hafızayı kanatlandıran kurabiye demektir. Kurabiye en rikkatli sanat eseri sayılır Kavala’da.

Kavala hacmi küçük fakat imgesi geniş bir şehirdir. Ona mavinin ve beyazın şehri demek abartı olmaz. Eski ile yeninin barışık bileşimi, Arnavut kaldırımı sokakları, birde karşınıza çıkan sur duvarları, kale, su kemeri, plajları, müzeleri ama mutlak aydınlığıyla göz kamaştırır. Ondaki genişliği görmek için tepeye, Mehmet Ali Paşa’nın heykelinin bulunduğu yere tırmanmak gerekir. Zaten böylesi liman şehirleri dağla denizin kavuştuğu etekte kurulur. 14. yüzyılda Osmanlı’ya katılışından 1912’ye değin camileri, kubbeleri fakat asıl havasıyla bir Türk şehridir de. İşte sağ elinde tuttuğu kılıcıyla, İstanbul'a mı ufka mı baktığı kestirilemeyen Mehmet Ali Paşa hem şehre kendince öykü yazar hem de bu öykünün karakterini boyalar. Paşa’nın heykeli bir duygu ve düşünce gelgiti gibi Kavala’yı çalkayıp durur. Yoruma açıktır bu sevgi. Siyasetin rüzgârını kuş sesleri kırar.

Denizi temiz, yaşaması kolay, insanları alabildiğine sakin altmış binin üstündeki nüfusuyla bu şehirde, yemek sanki yaşama felsefesinin kendisi olmuş gibidir.
Denizi temiz, yaşaması kolay, insanları alabildiğine sakin altmış binin üstündeki nüfusuyla bu şehirde, yemek sanki yaşama felsefesinin kendisi olmuş gibidir.
Kavala, bir kere değil, her fırsatta yaşamaya açık bir şehir kimliği taşır.
Kavala, bir kere değil, her fırsatta yaşamaya açık bir şehir kimliği taşır.

Denizi temiz, yaşaması kolay, insanları alabildiğine sakin altmış binin üstündeki nüfusuyla bu şehirde, yemek sanki yaşama felsefesinin kendisi olmuş gibidir. Sardalya, kalamar düşkünleri için kaçırılmayacak sofralar kurulur. Arada bir doğum günü maytapları gibi patlayan Türkçe sesler sizi daha içeride hissettirir. Kavala, nelerin nasıl korunarak ne tür zengin bir hayatın yaşanılabileceğinin simgesi gibidir aynı zamanda. Kavala denizin ufkuyla dağın zirvesinin, denizin enginliğiyle insanın bir mekânda adeta şairane mukim olmasının mümkünlüğü diye de yorumlanabilir.

Ben, Kavala sokaklarında adımlarken nostaljiyi değil, günlük yaşama zevkinin enerjisini hissettim. Kendisine yönelen ilgiden şımarmayan, onu rant hevesiyle kabartıp köpürtme derdine düşmeyen Kavala, bir kere değil, her fırsatta yaşamaya açık bir şehir kimliği taşır.