Can Ulkay:Türk halkı Ayla'yı çok sevdi
Kore Savaşı’nda ölümden kurtardığı küçük birkız çocuğunu evlat edinmek için hayatınınakışını değiştiren Astsubay Süleyman Dilbirliği’ninyaşam öyküsünü anlatan Ayla filmininyönetmeni Can Ulkay, merak edilenleri Skyroadokuyucular için anlattı.
Ayla’nın sanki Türkiye’den ilk kez bir film Oscar adayı oluyormuş gibi heyecan yaratmasını neye bağlıyorsunuz?
Haklısınız, sanırım biraz öyle oldu çünkü Türk halkı "Ayla"yı çok sevdi ve sahiplendi. Gişe rakamları da bunu gösteriyor. Film izleyenler izlemeyenlere tavsiye etmek yerine kolundan tutup götürüyor. İki, üç hatta dört kere izledim diyenlere şahit olduk. Halkın bu ilgisi ve sevgisi Ayla’yı şuan bulunduğu yere getirdi. Oscar için iyi olmak, çok iyi olmak yetmiyor. Şimdi biz çok iyi olanı yaptık. Bundan sonraki süreç ise bambaşka… Bizim bileceğimiz, anlayacağımız süreçler değil bunlar. Biz Mustafa’yla kendi stratejimizi belirledik. Oscar’a gitmenin en önemli şartı, Amerika’da filmin çok gösterilmesi. Ve izleyenlerden geriye bir ses olarak dönmesi… Bunun için bir strateji belirledik.
En başa dönecek olursak, bu proje size nasıl geldi?
Bildiğiniz gibi Ayla’nın daha önce çekilmiş bir belgeseli var. Güney Koreliler savaşın 60. yılı sebebiyle buraya geldiklerinde Süleyman Amca’dan haberdar oluyorlar ve onunla ilgili bir belgesel yapıyorlar. İnsanları duygusal olarak çok etkileyen bir hikâye bu. Belgesel Youtube’da paylaşıldıktan sonra çok daha geniş kitlelere ulaştı. Filmin oluşum süreci buradan çıkarılan bir olay üzerine kuruldu. Tabii beni de bir yönetmen olarak çok heyecanlandırdı.
Senaryo süreci nasıl ilerdi?
Filmin senaryosunu Yiğit Güralp yazdı. Hikâye şu an hala hayatta olan (Süleyman Dilbirliği söyleşiyi yaptıktan 1 gün sonra hayatını kaybetti) Süleyman Amca’nın gerçek hikâyesine dayanıyor. Kendisiyle buluştuğumuzda anlattığı Koreli Ayla ve savaşa dair anıları o kadar net ve pırıl pırıldı ki bize hayal etme, seçme şansı tanımadı. O döneme ait 400’e yakın fotoğraf vardı elinde ve biz bunlardan filme uygun olan 5 karakter seçip onlar üzerine yoğunlaştık. Filmde gördüğünüz tüm karakterleri ayrıntılarıyla anlattı. Bu hikâyenin özünden bambaşka bir senaryo yaratabilirdik ama hiçbiri gerçek hikâyede olduğu gibi etkileyici olmazdı.
Peki oyuncu seçimlerini hangi kriterlere göre yaptınız?
Yine Süleyman Amca’nın anlattıklarından yola çıkarak her karakter kendisini belirledi aslında. Süleyman Dilbirliği’ni İsmail Hacıoğlu’ndan başkası oynayamazdı. Başka isimler düşünmedik mi, elbette düşündük ama hiçbiri onu yerini tutmadı. Aynı şekilde diğer tüm karakterler de öyle…
Ayla’yı oynayan Kim Seol hakkında neler söylersiniz?
Dünyada yapılmış birçok çocuklu film var. Hayat Güzeldir ve Bisiklet Hırsızlıları bunlardan bazıları. Bu filmler de dahil olmak üzere çocuğun performansı genellikle %20 falandır. Bu oranın üstüne çıkamaz, çocuktur sonuçta. Bizim de hedefimiz bu civardaydı. Ancak küçük kız oynadıkça -ki ben dünyada tek olduğuna inanıyorum- performansı %50’yi geçti hatta 60 diyebilirim. Bu oran dünya sinemasına göre çok fazla. Enteresan bir kız, kendisi Kore’de bir dizi oyuncusu. Seçim sürecindeyse biz en başında 60 civarında Koreli kız seçmiştik fotoğraf olarak. Bunların hepsinin oyunculuk deneyimi vardı. Daha sonra eleyerek devam ettik, en sonunda altıya indirdiğimizde bu kızların videosunu çektik. Bu videolar da gayet iyiydi. Daha sonra kendilerinden ağlamalarını istedik ve küçük Ayla öyle bir ağladı ki direkt aradığımız oyuncu bu dedik.
Enteresan kısmı hiç Türkçe bilmiyordu fakat öğrendi.
Üstelik bütün sahnelerde kendi ezberlerinin dışında diğer oyuncuların da diyaloglarını ezberliyordu.
Ayla’yı çekerken Türkiye’nin Oscar adayı gösterileceğini düşünmüş müydünüz?
Aslında başlarken bu hikâyenin hakkıyla çekilmesi gerektiğini ve bunu başarabilirsek Oscar’a kadar gidebileceğimizi hep düşündüm. Bu durum Mustafa Uslu ile de aramızda espri konusu oldu. Kendisine, "Oscar’ı alır mıyız bilemem ama Oscar’a aday bir film çekip Oscar’a kadar götüreceğime söz veriyorum" dedim, Mustafa Bey de "Senin bu filmi çekmen için her türlü imkânı hazırlayacağım ve biz Oscar’ı alıp geleceğiz" dedi. Ayla, aday olduktan sonra artık tüm Türkiye’nin filmi oldu.
Yurtdışından nasıl yorumlar geliyor?
Yurtdışı gösterimlerindeki pozitif yorumlar beni çok heyecanlandırıyor. Hepsi ilgiyle izliyor. Üstelik sonuna kadar izliyorlar ve kimse salondan çıkmıyor. İzlerken tepkilerine tanıklık etmek harikaydı. Demek ki doğru ve evrensel bir iş yapmışız.
Seyirci ve sinema yazarlarından gelen yorumları okuyor musunuz?
Elbette, öncelikle seyirci ve sinema yazarlarının yorumlarını birbirinden ayırmak gerekir. Her birini okuyor ve kıymet veriyorum. Her türlü görüşe de saygı duyuyorum.
Türk sineması Avrupa’da birçok ödül alsa da dünyada hâlâ bilinmiyor. Bu açıdan bir filmimizin Oscar’da olması bu açıdan da çok önemli…
Kesinlikle katılıyorum. Söylediğiniz gibi çok önemli ödüller kazanmış olsa da Türk Sineması hala dünyada bilinen bir sinema değil. Bunun için filmlere para harcamak zorundasınız. Bütçe çok önemli.
Reklam kökenli bir yönetmen olarak sinemaya nasıl bakıyorsunuz?
Ben aslında sinema okudum ama sinemayı daha iyi okuyabilmek için reklamın bana çok büyük katkısı oldu. Reklamdan sinemaya geçince her bir karenin hesabını yapıyorsunuz. Ben reklamdan çok şey öğrendim.
Sinema da okudum dolayısıyla işin kurgu, müzik ve oyunculuk tarafını daha çok seviyorum.
Bu piyasaya da etkim şöyle olabilir: prodüktörleri çok zorlayabilirim, çünkü Ayla ile beraber Türk Sineması standartları dışında yaklaşık 290 sahnelik bir film çektim ve bunu da 2 saate sığdırdım. Bu zor bir şey... Onun için filmimiz bir an durmuyor. Zaten bizim Türk Filmleri’nin bir özelliği, çok durağan olmaları. Ayla’nınsa çok hareketli ve her mekânının farklı olması aslında reklamdan gelen bir refleks ve özellik.
Ayla bir açıdan Türkiye’de gişe ve sanat filmi ayrımını biraz olsun yaklaştırdı diyebilir miyiz?
Sinemayı bağımsız filmler ve endüstriyel filmler diye ayırabilirsiniz. Ama bunu eleştirel anlamda yapamazsınız. Yani yönetmenler istediği tarzda filmler yapabilirler. Bu dünyanın en normal şeyi. Ressama neden böyle çizdin denmeyeceği gibi yönetmene de neden böyle çektin denmez. Ama ben sinemaya şöyle inanıyorum: sinema sadece sanat değil. Sinema aynı zamanda, renk, müzik, ses, görsel bir şov, kahkaha, korku, heyecan, üzüntü ve sevinç; bir sirk gibi. Ne kadar renkli olursa o kadar güzel. Fellini’nin filmleri de çok renklidir; sirk gibidir, her şeyi anlatır, zevk alırsınız izlerken sıkılmazsınız. Ben de böyle bir sinema yapmak istiyorum.