Büyük ev ablukayı kırınca: Şam

Suriyelilere soruyorum: “Neden Fatih’te oturuyorsunuz?” diye. "Çünkü Şam’a çok benziyor" diyorlar. Şam’ı öğreniyorum. Ölümü ve dirimi.
Suriyelilere soruyorum: “Neden Fatih’te oturuyorsunuz?” diye. "Çünkü Şam’a çok benziyor" diyorlar. Şam’ı öğreniyorum. Ölümü ve dirimi.

Sakın efsane söylemeye diyor ya. Efsane söylemeyelim o zaman. Yıl 2012. Kış ayı. Sokakta çocuklar soğuğa mukavemetsiz, ince kıyafetlerle geziyorlar. Sanki ruha bir durak kalmış bir bedenle. Önce bizim bağrı yanık, gönlü pür neşe çingeneler zannettim; ama yok başka bir dil konuşuyorlar ve o kadar esmer de değiller sanki. Başka bir dil, camiyi andıran bir dil. Ne olabilir? Abdussamed toy bir öğrenci. Yürümeyi ve sevmeyi sever. Biraz da huysuz. Düşünmeyi de pek sever. O günlerde Fatih’ten Beyazıt’a üniversiteye yürümeyi çok severdim. Evliyaların da yaşadığını da henüz bilmezdim.

Ali ile tost yiyoruz, çay içiyoruz, şiir okuyoruz, küfür kıyamet gülüyoruz Zeyrek’te; ama bir şey eksik. Üniversite filan da olduğu için bunu romantik veya ontolojik bir durum gibi algılıyoruz. Çünkü evliyalar hâlâ bir metin ve evliyalar hâlâ tatlı bir efsane. Muhyiddin İbn-i Arabi’nin kitabını almışım. Yarım akılla okuyorum. Kafam bir gidip bir geliyor. Şam işgal altındayken kimsenin Arabi’yi tam anlamıyla anlamayacağını yeni yeni fark ediyorum. Bilmek başka anlamak başka diye de not düşüyorum.

Sonra tam dört sene sürecek, hayatımın, dilimin askıya alındığı bir döneme giriyorum. 300 kişilik bir fabrika koordinatör olarak işe başlıyorum. İşe girme sebebim: Türkçe. Türkçe bildiğim için işe alınıyorum. Fabrikadaki herkes Suriyeli. Yavaş yavaş Arapça öğrenmeye başlıyorum. Türkçe öğretmeye de başlıyorum. Haftanın altı günü, yurda yasadışı yollarla sokulmuş bir şehirde, bir korsan Şam şehrinde yaşıyorum. Feyruzlar, humuslar, kakuleli kahveler, felafeller, sevdiğini sınırdan kaçırıp getiren adamlar, babasının ölüm haberini alan adamlar. Arapçanın bütün duygularını öğreniyorum. Bu adamlar Şam’dan geldi. Peki ya Şam kime gitti? Fabrikadan çıkınca herkes bir anda İstanbul’a geçiş yapıyor. Şam’ın en güzel tesellisi.

"Ulan," diyorum, "bu adamlar hem bize benziyorlar hem de bize benzemiyorlar." "Bize benzedikleri taraf aydınlıkken, bizim onlara benzemediğimiz taraf yarı aydınlık yarı karanlık." diyorum. Modernliğin çöktüğü İstanbul, buna rağmen içindeki tarihten gelen o cehd coşkusu, o cehd coşkusunun trafikte ve iş yerlerinde harcayan biz Türkler. Suriyelilere soruyorum: “Neden Fatih’te oturuyorsunuz?” diye. "Çünkü Şam’a çok benziyor diyorlar. Şam’ı öğreniyorum. Ölümü ve dirimi. Demek ki Şam’da İstanbul’a benziyor." diyorum.

Ölümü ve dirimi. Kasyun tepesi sosyal medyada meşhur olmadan evvel, Ebu’l Hasan doğduğu yer olarak Kasyun’u anlatıyor bana. Belki de öldüğü yerdir. Babası orda öldü çünkü. O da oğlunu okuldan almaya, akşam da iş çıkışı humus alıp evine götürmeye devam ediyor. Ama bir şey eksikti. Sadece Ebu’l Hasan’da değil biz Türklerde de bir şeyler eksikti. Yunus daha az anlaşılıyordu sanki. Mevlâna Konya’da değil de daha uzak bir yerde gibiydi. Çünkü Arabi’nin kardeşleri Şam’da değildi.

Bir mazlumun ülkesine olan uzaklığı ve hasreti, aynı inancı paylaştığı diğer insanlara da sirayet ediyor. Hepimiz uzun süredir bir şeylere uzağız sanki. Bir Suriyelinin Şam özlemini paylaşıyor gibiyiz. Onların burada güvenli bir şekilde yaşama hissiyatının güvenini de yaşıyoruz. Orası ayrı.

Şam’ın tekrardan gerçek sahiplerine teslim edildiği haberini alınca rahatladım. Bu rahatlama neyle ilgiliydi bilmiyorum. Belki Kadir Tanrı bir gün hepimize bildirir. Şam’ın Müslümanların eline geçmesi, hep uzak bir hayat gibi görünen, yalnızca metinlerde geçen ve efsane gibi algıladığımız evliya menkıbelerinin gerçekleşe bilme bilincini yeniden ayaklandırdı bende. Şam Müslümanların elindeyse, Bağcılar’da bir köşe başında Hızır’la karşılaşabiliriz. Muzaffer Ozak’ı belki bir sahafta yine görebiliriz. Akan bunca kan bir İslam tarihinin diyeti olmuş olabilir. Bir iman diyeti. Doğrusunu Kadir Tanrı bilir.

  • Ekmek vardı tereyağı vardı utanılacak
  • bir şey yoktu bir şey daha yoktu ama kavrayamıyordum
  • Turgut Uyar, Büyük Ev Ablukada

Yorumunuzu yazın, tartışmaya katılın!

YORUMLAR
Sırala :

Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım