Bisikletle karış karış Sicilya!
Kış tatili deyince çoğunluğun aklına kayak tatili gelse de, bir kısım için kış tatili "kıştan kaçmak" anlamına geliyor. Sıcak ve güzel bir yerde bisiklete binmek; bir yılı keyifle noktalamanın, yeni bir yılı heyecanla karşılamanın başka bir yolu... 'Kış tatili önerilerine' biz farklı bir boyut getirerek bu sefer sizi kayak yapabileceğiniz bir yeri değil, yüzerek güneşlenebileceğiniz, bisiklet sürerek dolaşabileceğiniz bir yeri anlatıyoruz...
Destinasyon Akdeniz’in kraliçesi Sicilya adası; ilk durak Palermo
Sabahın erken saatlerinde Palermo’ya indiğimizde, ana caddeden ayrılıp dar bir sokağa girip kendimizi pazar yerinin ortasında bulduk. İtalya’nın en ünlü pazarlarından birisinin tam ortasındayız; burası Ballarò. Türkiye’deki semt pazarlarından tek farkı, haftanın her günü kuruluyor olması. Şehir keşif turumuza katedral (Cattedrale di Palermo) ile başladık, sonra Piazza Pretoria‘ya geçtik.
Hayran hayran binalara bakarken Quattro Canti (Piazza Vigliena)’nin ortasında donakaldım.
Barok mimarisinin en güzel örneklerinden birinin önündeydim; şehrin iki bulvarının kesiştiği yerde doğu, batı, kuzey ve güney yönlerinde yapılmış fıskiyeler, dört mevsimin sembollerini, Sicilya’nın dört İspanyol Kralını ve dört prensesini taşıyorlar. Bu meydan yapıldığı yıllarda (1608-1620) Avrupa’nın ilk şehir plancılık örneklerinden birini oluşturuyormuş. Palazzo dei Normanni içinde bulunan Araplar tarafından yapılmış kolonların arasında Bizans mozaikleri ile süslü Capella Palatina‘yı ziyaret ettik.
Grekler, Fenikeliler, Kartacalılar ve Romalılar tarafından istila edilen Sicilya, Bizans idaresi altında düşüş dönemini yaşadıktan sonra Arap istilası altında zengin bir emirliğe dönüşerek parlak bir İslam kültürü merkezi olmuş. Sonrasında Normanlardan Fransızlara, İspanyollardan İtalyanlara kadar birçok milletin egemenliğinde kalan Sicilya, 1948’den bu yana özerk bir statüye sahip.
Sicilya’nın merkezi Palermo’da bölgenin tarihi çeşitliliğini sokak aralarında dahi bütün açıklığıyla görebiliyoruz. Kent yılbaşı kutlamaları ve havai fişek gösterileri için hazırlanırken bizim hiç hesaba katmadığımız, Palermoluların ise 64 yıldır görmedikleri kar yağışı başladı. İnsanlar evlerinden çıkıp kar görmek için sokaklara koşarken biz de bu sürprize biraz bozulmuş bir şekilde bisiklet turumuzun ilk günü için rotayı seçmek ve eşyalarımızı toplamak üzere otelimize döndük.
Üzüm: Palermo Marsala Agrigento
Yeni yılın ilk günü, herkes yatağında mışıl mışıl uyurken, Palermo’ya veda edip dağlara doğru yol almaya başladık. Yolun sağ ve sol tarafı karla kaplıydı. Şehri geride bırakıp dağların yamaçlarındaki tarlaları (bol bol üzüm ve biraz da zeytin) karla kaplı görmek, aslında hayalini kurmuş olduğum Akdeniz’in ortasındaki güneşli Sicilya resmiyle hiç örtüşmüyordu.
Kar yağışının, Sicilyalılar için de olağandışı bir durum olduğunu, otomobil şoförlerinin beceriksizliğinden anladık. 7 km’lik yumuşacık bir rampanın ardından ilk durağımız Monreale Kasabası.Norman, Bizans, Roma ve İslam’ın çizgilerini taşıyan Monreale Katedrali, gösterişli Avrupa kiliselerinin ve dinlendirici Arap bahçelerinin bir karışımı olarak dünyanın en etkileyici mimari eserlerinden biri olarak kabul ediliyor.
75 yıl süren kuşatmanın ardından Sicilya’yı ele geçiren Araplar, 170 yıl boyunca adaya egemen olmuşlar.
Romalılara göre adayı çok daha kısa bir süre ellerinde bulundurmalarına rağmen, asla silinmeyecek izler (dil, tarım vb) ve eserler(mimari, sanat vb) bırakmışlar. Pragmatik Romalılardan farklı olarak Araplar artistik mimariyle ilgilenmiş. Romalılar, mühendisliğe öncelik verirken; Araplar gözlere hitap etmeyi seçmiş. Ölümden sonra gidilecek cennetin bir kopyasını yaratmaya çalışmışlar (avlulardaki portakal ağaçları, motiflerdeki simetri, geometrik tasarımlar).
Monreale’den sonra rüzgârı ardımıza alıp hava kararmadan birçok filme kulis oluşturmuş Castellamare'ye ulaştık ve bulduğumuz tek açık pansiyona yerleştik. Sicilya için sadece güneş değil aynı zamanda kale ve tapınaklar adası da denildiğini duymuştuk. Turumuzun ilk Yunan tapınağını bir tepenin üzerinde uzaktan gördük. Büyülenmişçesine tapınağın bulunduğu tepeyi tırmanmaya başladık. Yanına kadar gelince öğrendik; Segesta Tapınağı, çatısı olmamasına rağmen bu kadar iyi durumda korunabilmiş dünyadaki tek Yunan tapınağıymış.
Tapınağı, Anadolu’dan gelen bir grup yapmış ve adını da "Egesta" koymuşlar.
Yolda Scala dei Turchi "Türk Merdivenleri" oklarını görünce heyecanlandık ve hemen anayoldan ayrılıp sahile doğru pedal çevirdik.
Sarp ve beyaz renkli falezlerin merdiven şeklindeki formasyonu, zamanında Türk ve Arap korsanlar tarafından karaya çıkmak için kullanıldığından, halk bu kayalıklara Türk Merdivenleri demiş.
Zeytin: Agrigento -Ragusa
Agrigento şehri ve deniz kenarı arasında kalan zeytin ağaçları ile kaplı vadiden fışkıran 3 tapınağın görüntüsü karşısında donup kaldık. Yunan mimarisinin en güzel örneklerinin bulunduğu Valle dei Templi "Tapınaklar Vadisi"ni ziyaret etmek için bisikletlerimize güvenli bir yer bulup giriş kapısına yöneldik.
1300 hektara yayılan dünyanın en büyük arkeolojik alanında bulunan 7 Tapınağı tek tek gezmeye düğünlerin yapıldığı Juno Tapınağı’ndan başladık. Çok güzel bir patikadan zeytin ağaçlarının arasından kısa bir yürüyüş sonrası Concordia Tapınağı’na ulaştık.Concordia Tapınağı, Antik Yunan mimarisinin günümüze en iyi ulaşan örneği olarak kabul ediliyor.
Igor Mitoray tarafından yapılan bronz Ikarus heykelini oturup dakikalarca seyrettik. Bir sonraki durağımız ise Heracles Tapınağı’ydı. Caltanissetta (588 m), deniz kıyısına göre daha serindi. Isınmak için biz de pedallara asıldık. Yolun sol tarafında bulunan tepenin üstündeki kale kalıntılarını ve hemen yanındaki görkemli mezarlığı gördük. Tepenin üstünde tek başına duran bukale "perili" bir şeye benziyordu. Bir süre sonra yol bizi tepenin diğer yönüne dolaştırdı. İşte o büyülü kalenin arka yamacında koskacaman bir şehir vardı: Pietraperzia!
Piazza Armerina
Orta Çağ mimarisinin özelliklerini taşıyan yapılarının hemen hemen tamamını korumuş ve sokaklarda at ve bisiklet dışında araç geçemeyecek şekilde de varlığına devam ediyor. Otomobillerin giremediği meydan, sokak ve mahallelerde fotoğraf çekmenin keyfini çıkardık. Tek tük aracın geçtiği, muhteşem bir panorama sunan bir yoldan Caltagirone’ye doğru devam ettik. Deniz seviyesinden700 metreyükseklikteydik, uzaklarda Etna Yanardağı’nı ve denizi görebiliyorduk. Adada olmayı bu yüzden çok seviyorum, biraz yükselince hemen deniz görünüyor. İsmini Arapça “qal’at-al-jarar”dan alan Caltagirone’nin dünyaca ünlü seramikleri var. 1693 yılında depremle yerle bir olan şehir, Barok mimari tarzında yeniden inşa edilmiş. Bu kadar güzel bir şehir elbette UNESCO’nun Dünya Mirası Listesi’nde ve koruma altında.
Akşama kadar ulaşmak istediğimiz Ragusa’ya 60 km, havanın kararmasına da 3 saat var.
GPS cihazımıza “hadi götür bizi” dedik.
Birkaç saat sonra kendimizi tarlaların arasında anayollardan ve yerleşim yerlerinden uzak yapayalnız bulduk. Nerede olduğumuzu haritada bulamayınca panik olduk. Bir süre bekledikten sonra bir araç gelip yolu tarif ettiğinde, uzunca bir süre gereksiz daireler çizmiş olduğumuzu öğrendik. Bize tarif edilen yönde bir buçuk saat karanlıkta pedal çevirdikten sonra bir pansiyon bulduk. Ragusa’ya hâlâ 30 kmyol vardı.Bu etabın adına Zeytin dedim, çünkü hayatımda yediğim en lezzetli zeytinyağı, buradaki uçsuz bucaksız zeytin bahçelerinde yetişen zeytinlerden yapılıyor.
Barok: Ragusa - Siracusa
Konakladığımız pansiyonun sahibi bizi hediyelerle yolcu etti: bir küçük şişe zeytinyağı (hayatımda yediğim en lezzetli zeytinyağı), bir torba badem ve ev yapımı kek. Zeytin etabı sona ermiş, Barok Kentler Turu başlamıştı. Her ne kadar Roma, Viyana, Prag’dan sonra Akdeniz’in ortasında, Avrupa’dan çok Afrika’ya yakın bir ada barok mimarisi ile beni nasıl şaşırtabilir acaba desem de; tam da bu yüzden yani beklemediğim için küçük bir adada estetik kaygılarla yapılmış abartılı ve görkemli evler, binalar ve kiliseler beni çok etkiledi.
Güne uzun bir tırmanış ile başladık. Etraftaki tepelerin hepsinden daha yüksekteydik ve denizi görebiliyorduk. Adada olmak ne kadar güzel bir şey! Geniş caddeleri, ihtişamlı binaları ve gökyüzüne uzanan kubbeleri ile işte Ragusa (520 m) tam karşımızdaydı. Yunanlar, Araplar ve Normanlar’ın hâkimiyetinde kalan şehir, 17. yy’ın sonunda çok büyük bir deprem ile yerle bir olmuş ve barok tarzında yeniden inşa edilmiş. Ragusa’dan 15 km mesafedeki Modica’ya yeşil bir vadinin içinden geçerek ulaştık.
Bir anda bitki örtüsü tamamen değişmişti. Kakaoyu Sicilya Adası’na getiren İspanyollar, Modica’ya Azteklerin çikolata tarifini getirmişler. Onlarca çikolata dükkânından bir tanesine girip hemen çikolataların tadına bakmaya başladık:
Keçiboynuzlu, kırmızıbiberli, portakallı, tarçınlı…
Modica öylesine samimi bir şekilde bizi karşıladı ki kendimizi çok iyi hissettik ve hiç planlarda yokken burada bir gece kalmaya karar verdik. Merdivenlerle birbirlerine bağlanmış minicik sokaklardan, daracık dehlizler ve avlulardan geçip katedralin önünden şehri seyrettik.
Modica’dan sonraki durağımız olan Noto’yu uzaktan gördük ve şehir merkezine doğru levhaları takip ettik. Meydana vardığımızda bir tarafımızda zarif bir çeşme ile süslü bahçe ve onun arkasında kalan hoş mimarisiyle San Domenico Kilisesi, diğer tarafta ise 1860’da neo klasik mimari tarzıyla inşa edilmiş göz alıcı tiyatro binası duruyordu. Birbiriyle uyumlu bu muhteşem binaların arasında gezdik. Noto, Unesco Dünya Kültür Mirası ve İtalyanlar bu kenti gerçekten çok iyi koruyorlar.
Sokaklar otomobillerin işgalinden kurtarılmış, tüm merkez yayalaştırılmış. Siracusa, kalemle çizilmiş kadar düzgün bir yarımadanın üzerine kurulu güzel çok güzel bir şehir. 2700 yıllık tarihinde, özellikle antik çağlarda önemli tarihi rol oynamış. Bir zamanlar Akdeniz havzasının en büyük politik ve askeri gücü olan kentiymiş. Mekaniğin temellerini atan, antik dönemin ilk büyük bilim adamı Arşimet‘in topraklarındayız.
Dorlar tarafından yapılan tapınağın sütunları Araplar tarafından duvarlarla örülmüş, Normanlar çatısını yapmış ve bugün muhteşem bir meydanda güneş batımında yumuşacık renklere bürünen Katedral’in önüne geldiğimizde önce hayran hayran fotoğraf çektik sonra da durup bu görüntüyü ve anı hafızamıza kazıdık.
Kent yürüyerek rahatlıkla gezilebiliyor. Merkeze araçların girmesi yasak, birçok sokakta kaldırım yok çünkü herkes rahatlıkla yolları kullanıyor. Dünyanın en lezzetli sandviçlerini yapan Andrea ile pazar yerinde tanıştık. Her gün öğlene kadar kurulan pazarın yakınında bulunan Caseificio Borderi adındaki şarküterinin önünde uzun bir kuyrukta sıraya girmenin ödülü Andrea’nın süper eğlenceli hikâyelerinin eşliğinde bir gösteri izlemek.
Acı biberi ekmeğin sadece dış kenarına süren, 5 farklı çeşit peynir kullanan, sadece belli sayıda salata yaprağı ekleyen, bıçakla kocaman bir sarımsağı ikiye kesip, sarımsak aromalı bıçakla domates doğrayan Andrea’nın sandviçleri efsane. Şehrin daracık sokaklarını gezerek alışveriş yaparak ve akşamüstü su kanallarından birinde kajakpolo oynayanları seyrederek günümüzü, ertesi günse Katanya’da Sicilya Adası gezimizi sonlandırdık.
- Sicilya hakkında
- Sicilya, bisiklet turu yapmak için müthiş bir coğrafya.
- Yemekleri muhteşem!
- Rahatlıkla çadırda kalınabilir veya sayısız Bed&Breakfast ve küçük otelden birinde bütçenize uygun bir seçim yapabilirsiniz.
- Adayı küçük görmeyin, sadece şehirler değil köyler de gezilmeye değecek kadar güzel.
- Şehir merkezleri otomobillerden arındırılmış, araçlar çok dikkatli. Yürümek ve bisikletle gezmek keyif veriyor.
- Bisikletli veya bisikletsiz, bir gün Sicilya’ya giderseniz Modica ve Siracusa‘yı sakın atlamayın.
- Ulaşım: İstanbul – Katanya direkt uçuş veya herhangi bir havayolu ile İtalya’ya uçup Napoli’den feribot ile Palermo’ya gidilebilir.