Bir zamanlar New York: Göçmenliğin Amerikan kabusu
Bir Zamanlar New York (The Imigrant, 2013) 1920’lerdePolonya-Sovyet savaşından kaçarak yeni bir hayatkurmak için kardeşi Magda’yla (Angela Sarafyan)birlikte Amerika’ya göç eden Ewa Cybulska’nın (MarionCotillard) hikâyesini anlatıyor. Yönetmen James Gray,filmin senaryosunu büyükbabasının 1892’den 1954’ekadar Ellis Adası Amerika için bir göç kapısı olan EllisAdası’nda çektiği fotoğraflar ve çocukluğunda dinlediğigöç hikâyelerinden yola çıkarak yazmış.
James Gray’in yönetmenliğinin yanı sıra filmin görüntü yönetmenliğini yapan ve daha önce Michael Haneke, Jean Pierre Jeunet ve David Fincher gibi birçok yönetmenle birlikte çalışmış olan Darius Khondji’nin katkısının da ziyadesiyle hissedildiği film, görüntülerinin de etkisiyle hikâyenin geçtiği döneme dair güçlü bir atmosfer kurmayı başarabiliyor.
Amerika’ya ayak basar basmaz Magda’nın hastalığı sebebiyle karantina altına alınması ve Ewa’nın ahlaksız bir kadın olmakla suçlanması üzerine kardeşler, Amerikan rüyasını göremeden bir kâbusun ortasında buluverir kendini. Amerika’ya gelen göçmenlerin ülkeye alınmadan önce sıkı kontrollerden geçirildikleri Ellis Adası’nda yaşadıkları bir dizi talihsizlik neticesinde Magda ya iyileşmek ya da sınır dışı edilmek üzere adada kalırken Ewa, Bruno Weiss (Joaquin Phoenix) adındaki –sonradan kadın tüccarı olduğunu öğreneceği- tanımadığı bir adama sığınmak zorunda kalır. Ewa, Bruno ile birlikte Ellis Adası’ndan sisler altındaki New York’a geçerken geleceği de karşısındaki şehir manzarası kadar belirsizdir. Film süresince Ewa’nın karşılaştığı her yeni karakterle yönetmen 1920’lerin Amerika’sının panoramasını betimler, neredeyse tüm zamanların en çok göç alan ülkesindeki göçmen manzaralarını, ele aldığı zaman dilimi nispetinde resmeder.
Amerika’daki akrabaları tarafından da ahlaksız olduğu gerekçesiyle kabul görmeyen Ewa, kardeşini adadan kurtarabilmek için Bruno’nun zorlamasıyla bedenini satmaya başlar ve onun çalıştırdığı kadınları sergilediği gösterisinde Özgürlük Anıtı kıyafetlerine bürünmüş "Bayan Özgürlük" olarak yer alır. Amerikalı şair Emma Lazarus’a göre Özgürlük Anıtı "sürgünlerin annesi"dir ve yönetmen de günaha bulaşmak zorunda kalan Ewa’yı diğer kadınların arasında bir azize gibi gösterir, onun günaha bulaşmasını ise talihsizlik olarak nitelendirir. Ewa’nın talihsizliği filmin diğer tüm karakterleri gibi Amerika’ya kurtuluş umuduyla gelmesidir. Yönetmen "Amerikan rüyasını" tersinden işler ve mutlu olmak için gelen herkes gibi Ewa’nın rüyaları da Amerika’da kâbusa dönüşür. Çünkü "rüyalar ülkesi"nde hayatta kalabilmek için günah işlemek kaçınılmazdır. Ancak Ewa’nın diğer karakterlerden farkı umudunu ve iyimserliğini koruma çabasıdır. Bu yüzden Ewa, yaptıklarına rağmen dindar kimliğinden vazgeçmeyen, Bruno dâhil kendisine kurtuluş vaat eden herkesin peşinden gidebilen ve her zaman en kötüsünü dahi göze alabilen bir karakter olarak yansıtılır.
Ewa yaptığı iş sebebiyle kendinden ve Bruno’dan nefret eder fakat Bruno her ne kadar Ewa’yı felakete sürüklese de aynı zamanda ona âşıktır ve bu durum onu Ewa’yı sevmek ile kullanmak arasında rahatsız eden bir çelişki içerisinde bırakır. Bruno’nun isteği Ewa’nın kendisini sevmesidir fakat bunu onu yanında kalmaya mecbur bırakarak sağlamaya çalışır.
Bruno "Bayan Özgürlük" adını vermesine rağmen sevdiği kadını ne pahasına olursa olsun özgür bırakmayı reddeder.
Tesadüfî bir biçimde Bruno’nun kuzeni Sihirbaz Orlando’nun (Jeremy Renner) da ortaya çıkması ve Ewa’ya âşık olmasıyla birlikte Bruno’nun genç kadına olan tutkusu daha da kamçılanır. Birbirine düşman iki kuzenin arasında kalan Ewa için tek önemli şey Magda’yı adadan kurtarabilmektir. Yönetmen Ewa’nın hikâyesini aşkı çok fazla merkeze almadan sürdürür ve filmin sıradan bir melodrama dönüşmesini engeller.
Bir Zamanlar New York, ele aldığı her bir karakterle resmi tarihin dışına çıkarak Amerikan tarihini yeniden yorumlayan bir film. Bir, büyükbabasının işlettiği barda yalnızca hikâyelerini dinlediği isimsiz insanların üzerinde yükselen bir tarihi tersten okuyarak yakın planda Amerikan rüyasından kendine bir pay koparamayan bu insanların hikâyelerine başarılı bir şekilde çeviriyor kamerasını.