Bir şehri tanımaya nereden başlanır?

Köşesini bulmadığınız şehrin nabzını atamazsınız. Nabız size başka bir şeyi telkin eder. Yit. Kaybol. Görünmez, bilinmez ol.
Köşesini bulmadığınız şehrin nabzını atamazsınız. Nabız size başka bir şeyi telkin eder. Yit. Kaybol. Görünmez, bilinmez ol.

1990’ların ortalarından itibaren şehirlere aktım durmadan. Otobüslerle. Başım camda. Bozkırlara dalarak. Dağların arasından. Nehirlerin üstünden. Varlıkla yokluk aynı anda kanat çırpardı. Burası Amasya. Nehir ustaca iki yakasını öperek açıyor. Tokat. Sivas, kocaman karların yağdığı. Edirne. Çanakkale. Erzurum. Kars. Uzun çayırların, gövermiş damların şehri. Maraş mı sıcak? Antalya mı?

Yaşamayan bilmez. Kazkıran geçidi ile Ovid geçidi bir mi? Kızılırmak en uzun ne yöne akar? Bak bir sabah gök davul olmuş vuruyor kendini yağmurla. Artvin, Karadeniz? Şehirler şehirler... Nasıl vardım oralara? Neyin peşinde, kimi arayarak?

Adet edinmiştim sonra da, hemen temiz bir berber dükkânına dalıyordum. Berberlerin kalkık kaşları meraklı bakışlarıyla birleşir. Bırakıyordum kendimi koltuğa. Çünkü farkına varmıştım. Bir şehir, bir ilçe, bir kasaba berber koltuğundadır. Berber daha siz sormadan şifrelerini fısıldar kulağınıza. Taze, sıcak su kokusu sabuna karışırken keskin jilet teninizin sabrını yoklar. Halk ne düşünüyor? Vali seviliyor mu? Kaymakam, belediye başkanı nasıl biri? Gündem ne? Hangi sokağına girerseniz asıl aradığınızı bulursunuz orada. Hiç aksatmadım bu tercihimi. Bir şehrin kokusunu, yılların iziyle katmanlaşmış berber aynasından kokladım.

Arşiv
Arşiv

Sonra esnaf lokantaları…Bergama’dasınız mesela. O esnaf lokantasını bulmazsanız hâlâ orada yaşayan nelerdir bilemezsiniz? Keşan’da böyle biri vardı. Sadece Sanat müziği dinler.

Yemekler, ustalıkla değil rüyanın ruhuyla pişirilmiş. Mehmet Bey miydi? Ne fark eder. Yolum bir kez daha düşsün diye kıvranırdım. Eğer dimağınıza değmiyorsa bir şehir, Amasya’da kiraz yaprağına sarılmış baklalı dolma yememişseniz, şehzadeleri de anlayamazsınız. Konya, Karapınar’da, obrukların oralarda, bir tülü halısını Picasso ile beraber okuyabilmeniz için de dışı saman ile sıvanmış kerpiç evlere konuk olmalısınız? Bu şu demek. Serin bir köşe gerek her yerde.

Konya’da sıcak ısırır, Urfa’da mecnundur sıcak. Onun çaresi esen bir köşe. O köşede ne mi var. "Gençlerin hayatın akışından çıkaramadığı şeyi ihtiyarlar bir köşenin gözünden okurlar" der Mevlana. Köşedir şehir. Paris’te buldum o köşelerden. Meksika’da Guadalajara’da. Merv’de. Semerkant’da, Şam da da buldum. Köşesini bulmadığınız şehrin nabzını atamazsınız. Nabız size başka bir şeyi telkin eder. Yit. Kaybol. Görünmez, bilinmez ol.

Böyledir bu. Eğer bir şehre vardığınızda, Sevilla veya Lizbon’da kaybolmayı göze almazsanız, şehir size merhamet edip sinesine bastırmaz. O sebepten kaybolmaktan girilir derim bir şehre. Kaybolmak için gidilir oraya. Londra’da kayboldum böyle. Hiçliğin sınırına vardır. Viyana’da kaybolmazsınız belki ama Roma’nın sabahına, daha güneş doğmadan çıkarsanız, o size kaybolma oyunu oynar. Oynamak gerekir şehirlerle. Çünkü her şehirde başka bir çocukluk duygusu vardır. O sonunda aşka çıkar. Slovakya’da, Kosice şehrinde bir kış akşamı, dokuzuncu katta, karların düğününü görünce yaşadım bu oyunu. Aşkın cilveleri ruhumuzun altın anahtarını boşluğa atar çünkü. Deneyin derim. "Hepiniz başka bir kapıdan şehre girin" öğüdü sadece bir güvenlik uyarısı değil ki! Yaşayın önerisi.

Yorumunuzu yazın, tartışmaya katılın!

YORUMLAR
Sırala :

Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım