Bir ortaçağ kenti: Braşov
“Okuru okumadan evvelki halinde bırakan bir kitap, başarısız bir kitaptır.” Böyle söylüyor Üstad Emil Cioran. Seyahat de öyle değil midir? Rutine teslim olmuş hayatlarımızı değiştirmek, "Bu ben değilim aslında" dediğimiz zamanların sayısını azaltmak için çıkmaz mıyız seyahate. İnsan kendini bulmak için gider uzaklara. Sınırları aşmak istemesinin sebebi kendi sınırlarını keşfetme arzusu değil midir? Yolculuk kararını bu sınırların daraldığını hissettiği anlarda verir insan. Bu yüzden bu sınırları genişletmeyen, insanı evden çıkmadan evvelki halinde bırakan bir yolculuk başarısız bir yolculuktur…
Baştan itiraf edeyim. Aslında bu seyahate başlarken Braşov'u anlatmak kadar Cioran'ın o tuhaf devasızlığının, ele avuca sığmazlığının izlerini sürmek, bir nevi metinlerinin topoğrafyasını çıkarmaktı amacım. O zaman o rüzgârlı tepelerin, gizemli derinliklerin doğup büyüdüğü topraklarla bir ilgisi olduğunu düşünüyordum. Sosyolojinin kurucusu olduğu kadar önemli bir seyyah da olan İbn-i Haldun da "Coğrafya kaderdir" demiyor mu?
Günümüzde sırtımızı dayayabileceğimiz Turist Ömer’lerin sayısı azalıyorsa bunun bir sebebi de dikey mimari anlayışıdır. Dedik ya mimari kaderdir ve mimari iyiyse insanlar da iyidir.
Coğrafya kaderdir
TrenimizBükreş'ten, Karpatları tırmanarak Transilvanya'ya doğru hareket ettikten kısa bir süre sonra "Yanılmamışım" dedim içimden, giderek devleşen ağaçların renginin uyumlu yeşilden şedit ve coşkun yeşile döndüğünü fark ettiğimde... Cioran'ın metinlerindeki baş dönmesi hissi, ruha fazla mesai yaptıran endişe taşmaları birden aydınlandı. Demek ki üstat Paris'te altı yıl boyunca doktora yapmak yerine bisikletle Fransa'yı, daha sonra İspanya, İsviçre ve İngiltere'yi bu engebeli ve coşkun ruh halini yakalamak için katetmişti. Kalbiyle göğü arasındaki boşluğu temiz tutmak için seyahatlere çıkmıştı.
Hayal kırıklığından hayranlığa
Yoksul ve terk edilmiş izlenimini veren istasyona yaklaşırken en tepede Hollywood beğenisiyle yazılmış Braşov yazısı biraz hayal kırıklığı oldu açıkçası. Ama pırıl pırıl bakan Afgan göçmeni bir doktor adayıyla birlikte zar zor bulabildiğimiz kent merkezi bu hayal kırıklığını ilk adımda telafi etti hemen.
Meydana yaklaştıkça ilk hayal kırıklığı yerini hayranlığa bırakmaya başladı.
Meydandaki kafe ve restoranların şemsiyelerinde yazılı olan "Braşov, belki de dünyanın en iyi şehri" sloganı biraz abartılı ama etkileyici küçük bir kent burası.
Biraz sonra teleferikle ya da yürüyerek tepeye çıkıp, eskiden Türk akıncıları gözlemek için yapılan Kara ve Ak kulelerden baktığınızda aşağıda kalp şeklinde küçük bir boşluk ve etrafında irili ufaklı damarlar göreceksiniz. O büyük boşluk kentin kalbi olan ve Piata Sfatatului denilen bu meydana tekabül ediyor. Damarlar ise yollara...
Mimari iyiyse insanlar da iyidir
İşte Cioran'ın bir yıl boyunca lise felsefe öğretmenliği yaptığı ve en etkili kitabını yazdığı şehirdeyiz. Sabahlara kadar sokaklarında dolaştığı, içindeki karışıklığa bir cevap aradığı şehirde. İbn-i Haldun'un coğrafyayla ilgili sözüne bir ilave de biz yapalım şimdi: "Mimari de kaderdir." Çünkü en az coğrafya kadar insanların ruh halini, psikolojisini ve dolayısıyla en önemli kararlarını etkiler.
Braşov da kıpkırmızı kiremitleri, çiçekli küçük şirin ve rengârenk evleri, vakur mimarisi ve muazzam dinginliği ile huzur veriyor insana.
Bu huzurun bir benzerini mesela eski Safranbolu'da da bulabilirsiniz. Bunun sebebi bu tarz kentlerin mabed ve dolayısıyla insan merkezli olmasıdır. Bugün bir örneğini sadece eski Türk filmlerinde gördüğümüz iyicil Türk mahallesi biraz da bu tarz yerleşim anlayışıyla mümkün olabilmiştir. Günümüzde sırtımızı dayayabileceğimiz Turist Ömer'lerin sayısı azalıyorsa bunun bir sebebi de dikey mimari anlayışıdır. Dedik ya mimari kaderdir ve mimari iyiyse insanlar da iyidir.
Dünyanın en dar sokaklarından biri
Yorgunluğumuzu teslim edecek, bir kahve için mola verdiğimiz meydanın ortasında Meclis binası yer alıyor. Hemen yanı başındaki kuleden ise eski çağlarda tehlike anında trompet sesleri gelirmiş. Meydanı arkanıza alarak tepeye doğru yürürseniz karşınıza yine çok önemli bir bina, Kara Kilise çıkacak. Ancak bunun mimarisinin diğer binalara kıyasla daha hantal ve kaba olduğu söylenilebilir. Belki de yangın ve saldırılara dayanabilmesini de bu hantallığına borçludur.
İçeride sergilenen eski Türk halılarıyla da önemli bu kilise. Fakat etrafını çevreleyen bir avlusunun olmaması kapağı kopmuş bir kitap gibi eksiklik duygusu veriyor insana. Buradan yukarı doğru yürüseniz Ortaçağ istihkâm sisteminin bir parçası olan Aziz Catherine kapısını, aşağı doğru yürürseniz pek çok sürprizli sokağın yanında dünyanın en dar sokaklarından birini göreceksiniz.Bu sokak o kadar dar ki, iki kolunuzu tamamen açamıyor, iki kişi yan yana yürümekte zorlanıyorsunuz.
Ve Drakula...
İsmini Türkçeden (Bara su, beyaz su)alan, eskiden şövalyelerin, akıncıların, voyvodaların geçtiğiBraşov, içinde uyanmak istenilecek güzel bir şehir. Bu Ortaçağ kenti, modern şehirlerin aksine kendini yavaş yavaş ele veriyor, giderek derinleşiyor. Dinginliği giderek ruhunuza sirayet ediyor. Vaktiniz ve korku turizmine ilginiz varsa yaşlı ve yorgun otobüslerle Kont Drakula'nın kaldığı iddia edilen Bran şatosuna da yarım saatlik ama yorucu bir yolculukla gidebilirsiniz. Tarihimizde önemli bir yeri bulunan Kazıklı Voyvoda'dan mülhem Kont Drakula romanındakine en çok benzeyen şato burası olduğu için o isim verilmiş. Tepede bir kartal yuvası gibi yerleşmiş olan şato gerçekten de daha ilk bakışta insana ürperti veriyor.