Beyaz panoptikon demek istiyorum sana: Turgut Uyar
Turgut Uyar’ın şairliği dışında edebiyat haritasında belirgin bir iz bırakmadığı aşikâr. Modern şiirin neredeyse tüm erdemlerini üzerine almış bir şair olarak öğretici tarafının da çok belirgin olduğu aşikâr. Turgut Uyar, aşikâr bir adam çünkü. Role girmeyen, sakin ve sessizce ilerleyen, hayatın debdebesine göz ucuyla bakmış birisi. Hayır, aslında pek de öyle sayılmaz. Tomris Uyar’la evliliği tam da dahil olamadığı ama olmak istediği bir çevreye girmek için değil miydi sanki. Sanatçıların hayatları spekülasyona açık sonuçta. Bu iddia da bir spekülasyon. Ya da değil, bilemiyorum. Turgut Uyar’ın heveslerini bilemiyoruz. Ama heveslerini şiirlerine malzeme yapmadığını çok iyi biliyoruz.
Ben Turgut Uyar’ı en çok şiirlerindeki duygusal rezonansa sahip bir sanatçı olduğu için değil, bu rezonansa şahitlik etmeyi kusursuzca yapabildiği için seviyorum. Uyar, büyük bir şair çünkü mükemmel bir şahit. Edip Cansever onun hakkında “İnsana ait değerleri anlatmadı, insana ait olguları anlattı.” demişti ölümünden sonra. Bu sözü modern şiirden haberdar kimseler şöyle anlayacaklardır: Uyar, yazdıklarını bir iddia üzerine temellendirmeye çalışmıyordu. Kastettiğim siyasi ve sosyolojik bir iddia değil elbette. İnsana dair bir iddiası yoktu yazdıklarında. Acıya, sevginin biçimlerine, ayrılığa not vermiyordu. Onun şiirlerindeki öznede suç yok, suçlu yok, mahkeme yok. Hem tuhaf hem de dervişçe bir bağlantısızlık var.
1985’te öldü Uyar. Eşinin, çocuklarının anlattıklarından geriye edilgen bir baba portresi kalıyor. Çocukları çok sevmesi, evde vakit geçirmekten fazlasıyla hoşlanması, çok içine kapanması… Bunlar yetenekli bir sanatçıyı yazma temposu bakımından optimum seviyede tutabilir. Ama bana kalırsa Turgut Uyar’ın büyüklüğü için en belirgin neden şu: Bağımsızlık.
Bağımsızlık yani bağlantısızlık. Hiç kimseye, hiçbir şeye gerçek bir bağ hissedememek. Yalnızlığından bir balkon yapmak ve orada insanları ve şeyleri izlemek. Balkon ister istemez bir mesafe yaratır. Uyar’ın hayatının fonu o mesafeye hep sadık kalmasıydı. Yakın çevresinin bile bin bir filtreyle yaklaşabildiği bir adam olarak Turgut Uyar nesnel düşünme becerilerine itibar etmeden belli bir mesafeyi yakalamıştı ve büyük başarısı buydu. Ne imgeci kolaylığa ne de arabesk doğruculuğa düşmemesinin sebebi de buydu. Gözleyen ve şiddetini artırınca gözetime dönüşen bir bakışı şiir formuna dönüştürebiliyordu. Ama bu, bir mesafeyi ve o mesafenin daimî kontrolünü de gerektiren bir nosyon olduğu için Turgut Uyar; şiirlerinde bir iktidar erki gibidir. Öylesine bir iktidar ki Foucault’yu kıskandıracak biçimde görünmezdir. Osmanlı padişahlarının iktidar tahkimatı yöntemi olarak çok ortalıkta görünmemeleri gibi değil ama Turgut Uyar’ın iktidarı. Yönetmek için değil, yönlendirmek için kurulan bir iktidar.
İktidarın yönlendirmesi çürütücü değil Turgut Uyar’da. Çürümenin tersi istikamette ilerlemeye çabalayan bir yönlendirme. Bu yüzden “beyaz”. Beyaz ve bulaşılmamış. Beyazlığı temiz kalma motivasyonuyla ilgili değil. Şiiri bir arınmışlık gösterisi olarak kurmaya uğraşmıyor Uyar. Ondaki beyaz iktidar hevesi tamamen yarattığı dünyanın bakir oluşunu, el değmemişliğini vurgulamak için. Taze ve turfanda görüntüler yakalamak istediği için bakışı bir iktidar aygıtına çeviriyor büyük şair. Bu el değmemiş güç, onun şiirlerine beyaz panoptikon yakıştırmasını vermek için bence yeterli. Siyasal söyleme dayanan hatiplik, ironi marifetiyle üretilen ofansif duyuş, teatral atmosfer, dile yabancılaşma gibi yaşıtlarının en büyük silahları olan bütün bu imkânlar seti Turgut Uyar’ın şiirlerinde önemsizdir. Şiiri teknik bir terzilik üzerine inşa etmez. Sadece bakışlarıdır onun silahı. “İhtişam,” diyor Andre Gide “baktığın şeyde değil bakışında olmalı.” Uyar ihtişamı önce bakışına sonra telaşsızca ve süse gerek duymaksızın şiirlerine ait kılabilmiş bir büyük şairdi.