Avrupa'nın Kudüs'ü Saraybosna
Gövdesinden üç ayrı nehrin aktığı dünyanın yegane şehirlerinden biri Saraybosna. Üç etnik kökeninin, kültürlerinin ve tarihinin birlikte aktığı gibi. Saraybosna’ya geldiğinizde Sebil’i, Inat Kuca’yı, Başçarşı’yı gezer yandançarklı kahvenizi yudumlarken zamanda gezersiniz. Bu şehirde tebessüm ücretsizdir.
Osmanlı Devleti’nin izlerinin Balkanlarda hala her haliyle kanlı canlı yaşadığı müstesna bir şehir Saraybosna.Türkiye’den giden turistler için biletleri oldukça ekonomik olan şehre, İstanbul’dan yaklaşık bir buçuk saatlik bir uçuşla ulaşmak mümkün. Şehirde, kendinizi Anadolu’nun herhangi bir şehrinde gibi hissedeceksiniz. Boşnaklar ise tıpkı Anadolu insanı gibi sıcak ve samimi bir şekilde sizi ağırlıyor. Saraybosna’nın ismi İstanbul’u fetheden Fatih Sultan Mehmet tarafından koyulmuş. Şehrin 1463’teki fethi sırasında bugünkü Beyaz Tabya’nın olduğu bölgeye gelen Fatih Sultan Mehmet, yeşil ovaya bir saray yapılmasını buyurmuş. Saraya, “ovadaki saray” manasına gelen “Sarajevo” yani Saraybosna demiş. Bu isimden mütevellit şehir günümüzde de ovada bir saray.
Başkente giden gezginlerin ilk adresi Başçarşı oluyor. Çarşı,15. yüzyılda inşa edilmiş ve günümüze dek özgün yapısını korumuş ve sadece bir çarşıdan ibaret değil. Osmanlı’nın eşsiz eserleriyle göz dolduran, her adımında tarihi soluduğunuz bir çarşı görüyoruz. Merkezinde bulunan Sebil, Osmanlı’nın mütevazı estetiğini sergiliyor. Bu Sebil yıllar içinde şehrin mihenk taşı olmuş, Bosnalılarca buluşma noktası haline gelmiş. Turistlerin de fotoğraf çektirmek için sıra bekledikleri bir yer. Sebil’in geçmişten günümüze uzanan mühim bir misyonu da var. Geçmişte, çarşı esnafı gün sonunda muhasebelerini yaptıktan sonra eldeki karını ya da yiyeceklerinin bir kısmını fakir-fukaranın nasiplenmesi için Sebil’in etrafına bırakırmış. Bu ince davranışın günümüzde hala devam ediyor olması Bosna halkının paylaşımcılığının bir göstergesi elbette. Sebil’in hemen yakınında Çarşı Camii ve Kanuni’nin başvezirlerinden Rüstem Paşa’nın yaptırdığı bedesten bulunuyor. Burada Türk-İslam mimarisinin birleştirici ruhuna şahit oluyorsunuz. Bosnalıların tek yürek birbirine sımsıkı sarılmasında bu yapıların etkisi büyük. Özellikle Başcarşı özelinde baktığımızda camii, bedesten, kervansaray hepsi bir arada. Müslümanlar burada ibadetlerini gerçekleştiriyorlar, işlerini yapıyorlar, eğitimlerini görüyorlar ve de sosyal hayatlarını burada sürdürüyorlar.
Osmanlı Kokusu Sarmış Dört Bir Yanı
Başçarşıyı gezerken gözleriniz alabildiğine maziyle doluyor, Osmanlı’nın izlerini her adımda soluyoruz. Gazi Hüsrev Bey Camii adımlarınızın vardığı yadigarlardan biri. İsminden de anlaşılacağı üzere Osmanlı Sancak Beyi Gazi Hüsrev tarafından 1531’de yaptırılmış. Mimarı ise büyük mimar Mimar Sinan. İç savaşta kısmen hasar gören cami 1996’da restore edilmiş ve Türk-İslam mimari estetiğini en güzel haliyle sergiliyor.
Aliya’nın Güneş Olduğu Yer: Moriça Han
Moriça Han, yeşil ay-yıldızlı sancağın gururla dalgalandığı bir yer. Bu han 16. yüzyılda yapılmış ve ilk dönemlerinde kervansaray olarak kullanılmış. Bu muhteşem mekanı Bosna’nın babası olarak kabul edilen Gazi Hüsrev Bey yaptırmış. Moriça Han, aynı zamanda Boşnakları bugünkü özgürlüğüne kavuşturan Boşnakların büyük lideri Aliya İzzetbegovic’in de bir güneş gibi doğduğu yer. Aliya, “Murad-ı Müslüman” derneğini bu handa kurmuş, fikirlerini ve mücadelesini burada başlatmış.
Gönüllerin Köprüsü: Mostar
Bosna-Hersek denilince akla ilk gelen yerlerin başında Mostar Köprüsü geliyor. 1557’de Kanuni Sultan Süleyman tarafından Mimar Sinan ve öğrencisi Mimar Hayreddin’e yaptırılan köprü, 9 yılda tamamlanmış. Köprünün yapımında dünyaca meşhur Dubrovnikli taş ustaları çalışmış. Ustalar, tam 545 müstesna taşı seçip köprüye eklemiş. Osmanlı zarafetini en has haliyle yansıtan köprü yüzyıllarca bölgede bir simge olmuş. Köprü, 9 Kasım 1993’te yaşanan iç savaş sırasında maalesef Hırvatların bombardımanına maruz kalmış. O tarihlerde yıkılış görüntülerinin birçoğumuzun zihnine kazındığı, savaşın acı yüzünü derinden hissettiren Mostar Köprüsü, 2004’te TİKA, UNESCO ve Dünya Bankası iş birliği ile yeniden inşa edildikten sonra, bugün hala Neretva Nehri üzerinde bir hilal gibi şehri selamlıyor.
YAŞAYAN OSMANLI KÖYÜ: POÇITEL KÖYÜ
Dubrovnik ile Mostar arasında kalan bu köyün camisi, hanı, hamamı kısacası her şeyi yüzyıllar öncesinde, Osmanlı döneminde olduğu gibi duruyor. Turistlerin yoğun ilgi gösterdiği köyde bulundan Hacı Halil Paşa Camii mimarisi, estetiği ve muhteşem.
SVIRZINO EVI BIR ZAMAN MAKINESI
Svirzino’nun evinden Saraybosnalıların da haberi yok desek abartmış olmayız. 18. Yüzyıl Osmanlı’nın ev mimarisine dair müstesna bir örnek olan ev, günümüzde müze olarak kullanılıyor. İçindeki el işlemeleri, danteller, sobaların yanı sıra, harem, çocuk odası, mutfak, ahır divanhane, bahçe gibi bölümleriyle Osmanlı döneminde bir Müslüman ailenin yaşamı gözler önüne seriliyor.
ARTIK TÜRKIYE’DE DE ÇOK SEVILIYOR: TRILEÇE
Trileçe, Balkanların en meşhur tatlılarından biri. Üzerinde karamel olan tatlı manda, inek ve keçi sütlerinin harika birleşimiyle yapılıyor.
BOSNA DEMIŞKEN ELBETTE BOŞNAK BÖREĞI!
Patateslisi, kıymalısı, ıspanaklısı her haliyle dillere destan bir lezzet Boşnak böreği. Özgün Boşnak Böreği köz ateşinde pişiriliyor. Hafif ve taze olan börekler oldukça da ucuz. Bu lezzet elbette Boşnakların kahvaltılarından eksik olmuyor.
KÖFTELERIN EN ENFESI: ÇEVABİ
Yüzde yüz dana etinden yapılan Boşnak Köftesi, kömür ateşinde pişirilildikten sonra muhteşem Boşnak pidesinin içinde kaymakla servis ediliyor. Bir porsiyonu ise 5 euro.