Asitanelerin asitanesi: İstanbul

Asitane, Farsça’da “kapı eşiği, kapı dibi, eşik yanı” gibi anlamlara gelen âstan kelimesinden türetilmiş olup Türkçe’de âstâne veya âsitâne şeklinde telaffuz edilir.
Asitane, Farsça’da “kapı eşiği, kapı dibi, eşik yanı” gibi anlamlara gelen âstan kelimesinden türetilmiş olup Türkçe’de âstâne veya âsitâne şeklinde telaffuz edilir.

Devrimizin en önde gelen mutasavvıflarından olan ÖmerTuğrul İnançer beyefendi "Müslümanlık ince insanlıktır,dervişlik ince Müslümanlıktır" diyerek tasavvuf hayatınıntalim ve terbiye ettiği insan tipini çok güzel ortaya koymuştur.Eski metinlerimizin "tezkiye-i nefs ve tasfiye-i kalp" olaraktarif ettikleri tasavvuf doktrini en çok Türkler eliyle yaygınhâle getirilmiş ve imparatorluğumuzun İslami hayat tarzınıbelirlemiştir.

Tasavvuf hayatının sistematize olduğu müesseseler ise umumî ismiyle "tekke" diye ifade edilmektedir. Muhtelif ekollerin vücuda getirdiği bu mekânlar fonksiyonları itibariyle tekkeden başka dergâh, zaviye, hankah, Asitane diye de anılmaktadır. Maamafih bütün dünya şehirleri göz önünde bulundurulduğunda bu tip yapıların açık ara fazla olduğu şehir İstanbul’dur. Öyle ki, tekke ve zaviyelerin seddi esnasında İstanbul’da takribi üç yüz yetmiş iki tekke varken bundan sonra en çok tekkeyi bünyesinde barındıran şehirlerde yüz tane bile tekke yoktur. Bundan dolayı İstanbul’u "asitanelerin asitanesi" diye tanımlamak yerinde olur. Zira asitanenin bir manası da zaten bu kadar tekkeye ev sahipliği yapmasından dolayı İstanbul’dur.

Asitane kelimesi Osmanlı devrinde bir tarikatın veya tarikat kolunun merkezi olan tam teşekküllü tekkeler için kullanılmıştır.
Asitane kelimesi Osmanlı devrinde bir tarikatın veya tarikat kolunun merkezi olan tam teşekküllü tekkeler için kullanılmıştır.

Bu tabirin bir diğer sebebi de İstanbul’da her zümrenin bir asitanesinin bulunmasıdır. Kaynaklarda "pişvay-ı tarikat-ı aliyye-i ..." başlığı altında zikredilen bu asitanelerden bazıları şunlardır: Merdivenköyü’nde Şahkulu Sultan (Bektaşiyye), Koca Mustafa Paşa’da Sünbül Sinan (Halvetiyye-Sünbüliyye), Kasımpaşa’da Hasan Hüsameddin Uşşakî (Halvetiyye- Uşşakiyye), Üsküdar Doğancılar’da Aziz Mahmud Hüdayi (Celvetiyye), Tophane’de İsmail Rumî (Kadiriyye-Rumiyye), Karagümrük’te Nureddin Cerrahî (Halvetiyye-Cerrahiyye), Koska’da Abdüsselam (Sa’diyyeAbdüsselamiyye) ve Kasımpaşa’da Ebürrıza (Bedeviyye) tekkeleri. Kuruluş tarihlerine göre kronolojik olarak sıralanan bu tekkeler aynı zamanda "pir evi" olma özelliğini taşırlar (Baha Tanman, "Asitane", DİA, s. 486).

İşin ehli İstanbul’da bu kadar çok tekke olmasının sebebini Fatih Sultan Mehmed Han’ın aldığı bir tedbire bağlamışlardır. Rivayete göre Fatih Sultan Mehmed fethin müyesser olmasından sonra Akşemseddin Hazretleri’ne şehri elde nasıl tutacağını sormuş. Akşemseddin Hazretleri "Hünkârım, siz fethin akabinde ilim ve sanat erbabına davetiye mektupları yazdınız. Bunlardan biri olan Cemaleddin Halvetî davete icabet edip Kızlar Manastırı’na yerleşti. Ona gidip soralım" demiş.

Kızlar Manastır’ı bugünkü Koca Mustafa Paşa Camii’dir.

Gitmişler ve Cemaleddin Halvetî Hazretleri "Hünkârım, Resullulah Efendimiz’in (sav) Medine’de, Yahudilerle birarada yaşadığı zaman dilimi, Hz. Ömer’in Kudüs’teki icraatı misal alınıp adalet tesis edilmelidir" dedikten sonra İstanbul’un Resullulah’ın müjdesine nâil olmuş bir memleket olduğunu hatırlatarak "her gün yetmiş bin kelime-i tevhidin semaya çıkmasını" teklif etmiş. Bunun bereketiyle daha Fatih zamanında Mevlevîsi, Nakşîsi, Kadirîsi, Halvetîsi İstanbul’a akmaya başlamıştır. Bu kaide yerine getirilmiş ve hatta el’an dahi getirilmektedir.

Asitane şeyhleri, asitaneye bağlı olan ve daha küçük boyutlardaki mekânlar olan zaviyelerin şeyhlerini tayin eder, kontrolünü yapar hatta gerektiğinde zaviyedarları azlederdi. Yine İstanbul’daki bu asitaneler, kendilerine hibe ve vakıf yoluyla tahsis edilmiş olan menkul ve gayrimenkuller üzerinde de kısmî bir tasarruf hakkına sahipti. Mesela bütün turuk-ı aliyye içerisinde merkeziyetçi yapısı itibariyle en kuvvetlisi bulunan Mevleviye’de gayrimenkul gelirler, Hz. Mevlânâ’nın soyundan gelen ve "evkaf-ı Celâliye" diye bilinen vakfın da mütevellisi bulunan çelebi postundaki Konya Asitanesi’nde toplanır ve buradan tekkelere taksim edilirdi.

Kültür hayatının kaynağı

Tekkelerin bazısı hem cami hem tekke olarak kullanılırdı. Bunlar dışarıdan bakıldığında ayırt edilemez çünkü cami intibaını uyandırırdı. Yedikule’de bulunan Hacı Evhad Camii yanı zamanda Sümbülî Tekkesi’dir. Yine aynı tarikata mensup Balat’ta Ferruh Kethüda Camii de böyleydi. Bundan başka ortası avlulu ve etrafında revakları olan Osmanlı medresesini andıran mimarîye sahip olanlar vardır. Mimar Sinan’ın meşhur eserlerinden olan Üsküdar’daki Atik Valide Tekkesi en bilinen misalidir ve Şabaniye Tarikatı’na tahsis edilmiştir. Ancak bunlar asıl ahşap konakları andıran ve İstanbul’a has bir yapısı olan tekke mimarisine nazaran istisnadır.

Büyük tekkelere, yine Farsça’dan alınmış olan ve aynı anlamı taşıyan dergâh da denilmektedir.
Büyük tekkelere, yine Farsça’dan alınmış olan ve aynı anlamı taşıyan dergâh da denilmektedir.

Bu asitanelere bağlı onlarca bazen yüze kadar yaklaşan sayılarıyla birçok tekke İstanbul’un kültür hayatını besler, meşrebe göre nefis terbiyesinden başka kimisinde zahirî ilim, kimisinde musiki ve hat meşkleri talim edilirdi. Her birinin ayrı bir seyir zevki olan ayinleri ise herkese açıktı. Bunların içerisinde estetik bakımdan en üst seviyede olan Mevlevî dergâhları, Beyoğlu Galata Kulekapısı’nda Galata Mevlevihanesi, Üsküdar’ın Mirahur Mahallesi’nde Üsküdar Mevlevihanesi, Beyoğlu Kasımpaşa’da Kasımpaşa Mevlevihanesi, Fatih Yenikapı dışında Yenikapı Mevlevihanesi, Eyüp Sultan Bahariye Mahallesi’nde Bahariye Mevlevihanesi’dir. Bu sonuncusu Beşiktaş Mevlevihanesi yıktırılıp onun yerine yapılmıştı. İki tanesi haftanın iki günü olmak üzere her biri haftanın farklı bir günü meydan açarak ayin-i şerifi tertip ederlerdi ki, o gün canı resmî adıyla mukabele-i şerif izlemek isteyenler bundan mahrum kalmasın.

Aslında Mevlevîlerin tekke günü Cuma namazının akabindeydi. Bunun gibi bütün yolların, pirler tarafından belirlenmiş Kadiriye’de Salı, Cerrahiye’de Pazartesi gibi belli bir günü vardı ki, resmî merasim bugünlerde icra olunurdu. Bunların bazıları daha sonra mürşidlerin aldığı işaretlerle gün değiştirmişlerdir.

Spor faaliyetleri de tekke ile iç içedir. Özellikle dini prensiplere ters düşmeyen veya okçuluk gibi tavsiye edilen sporlar kurulan tekkelerle geliştirilmiştir. Bunların başında Okçular Tekkesi gelmektedir. Okçular Tekkesi ayrı bir şeyhin (antrenör) başkanlığında çalışmalarını sürdürmüş¸ spor hayatına dini bir çeşni vermiştir. Her okçunun evinde mutlaka "Yâ Hak" levhası bulunur¸ yarışmalarda ok yere düşünce beraberce "Yâ Hak" diye bağırılırdı.

Abdest alınmadan ok atılmaz, pirlerini yâd etmeden spor bırakılmazdı.

Osmanlı spor tarihinde önemli yeri olan güreşin Pehlivanlar Tekkesi’nde talim edildiği kaynaklardan anlaşılmaktadır. Unkapanı’ndaki Pehlivanlar Tekkesi spor¸ oyun ve atıcılığa mütemayil gençlerin dinamik enerjilerini meşru zeminlere kanalize etmekteydi (Kadir Özköse, "Şehir ve Tekke", Somuncu Baba Dergisi, 73. Sayı).

Tekkelerin İstanbul’da yüksek sanatı oluşturması, Itrî, Şeyh Galip, Dede Efendi gibi kâbına erişilemez sanatkârları yetiştirmesinin yanında Mustafa Kara hocadan öğrendiğimize göre (bkz. Mustafa Kara, Tekkeler ve Zaviyeler, Dergâh Yayınlar, s. 179-181), halk saygı duyduğu ve gönülden bağlandığı insanlardan, sadece gönül dünyasının hastalıklarına değil, bedenî rahatsızlıklarına da deva olmasını beklemiştir. Telkin usulüyle tedavi bazı tekkeleri şifahaneye çevirmiştir.

Tekke ve zaviyelerin zaman zaman ruh ve sinir hastalıkları için bir tedavi merkezi olarak kullanıldığını da bilmekteyiz. Daha çok telkin ve irşad yoluyla hizmetlerini sürdüren bu şifa yurtları¸ çoğu zaman bir şeyhin liderliğinde toplumun bu yöndeki yaralarına da çareler aramıştır.

Doktorla hastalar arasında genellikle samimi bir hava vardır. Hasta şifa bulmak için elinden geldiği kadar doktorun tavsiyelerine uyar. Tekke şeyhleri de bu noktayı değerlendirerek¸ ruhi dertlerine çareler aradıkları insanlar arasında İslâm’a uzak olanlara da böylece bir şeyler verme fırsatını bulmuşlardır.

Bu meyanda zikredilmesi gereken en önemli merkez, karantina ve tecrit hizmetlerinin verildiği Miskinler Tekkesi’dir. Kurulan bu tekkeler toplumda hor görülen leprozori olan insanlara yardım elini uzatmış ve huzur evleri gibi faaliyet göstermişlerdir.

Mescid-zâviye niteliğinde olduğu anlaşılan Aydınoğlu tekkesi, tesbit edilemeyen bir tarihte, önceleri Kasım Çavuş adlı bir hayır sahibince yaptırılmıştır.
Mescid-zâviye niteliğinde olduğu anlaşılan Aydınoğlu tekkesi, tesbit edilemeyen bir tarihte, önceleri Kasım Çavuş adlı bir hayır sahibince yaptırılmıştır.

Yavuz Sultan Selim döneminde Üsküdar’da tesis edilen Miskinler Tekkesi’nin başında cüzzamlı şeyhler bulunur ve yine cüzzamlılardan oluşan müridleri terbiye ederlerdi. Kendilerine mahsus bir zikir şekilleri vardı. Burası ayrıca "Dedeler Mescidi", "Miskinler Mescidi" gibi isimlerle de anılıyordu. Daha sonraki dönemlerde bu tür tekkelerin oldukça yaygın hale geldiği görülmektedir. Tekk

Kısacası hayatın bütün safhasını kapsayan, kültür ve sanatın menşei olan tekkeler, tasavvufun insan-ı kâmil hedefindeki insanı yetiştirmesinin yanında sosyal hayatın akışında da İstanbul’un demografisini oluşturmuştur.